27 Şubat 2012 Pazartesi

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Temel Nitelikleri

1982 Anayasası'nın 1. maddesinde devletin bir cumhuriyet olduğu ifade edildikten sonra, 2. maddede ise cumhuriyetin temel nitelikleri hükme bağlanmıştır. Buna göre; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir (Any. m.2).” Bu düzenlemeden hareketle Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin nitelikleri; insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olarak sıralanabilir. Aşağıda bu nitelikler başlıklar hâlinde incelenecektir.

İnsan Haklarına Saygılı Devlet

İnsan hakları, modern sürecin bir ürünüdür. Bu haklar, insanların sırf insan oldukları için, doğuştan bazı hak ve özgürlüklere sahip olduğu ve devlet tarafından bunlara dokunulamayacağı yolundaki temel düşüncenin bir ürünü olarak, XVII. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bu değerler ilk önce doğal hukuk ve toplum sözleşmesi kuramlarıyla açıklanmaya başlanmıştır. Gerek doğal hukuk kavramı gerekse toplum sözleşmesi birer varsayım olsalar da insan haklarının ilk temelleri bu varsayımlar sayesinde atılmıştır. Bu bağlamda insan haklarının ortaya çıkışında, belirli olmamakla ve kişiden kişiye değişmekle eleştirilen doğal hukuk anlayışının büyük etkisi olmuştur (Akıllıoğlu, 1995: 1). İnsan haklarını, insanlığın belirli bir gelişme çağında teorik olarak bütün insanlara tanınması gereken ideal değerler listesi olarak tanımlayacak olursak; temel haklar terimi, insan hakları denilen ideal listenin devlet tarafından tanınmış bölümünü ifade eder (Gören, 1995:15).

Geçtiğimiz yüzyılda insan haklarına ilişkin olarak birçok bildirge yayınlanmış ve uluslararası sözleşme imzalanmıştır. 10 Aralık 1948'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi yayınlanmış, burada kabul edilen haklara dayalı olarak 1966 yılında da iki uluslararası sözleşme daha kabul edilmiştir. 1966 yılında kabul edilen bu iki sözleşme, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi ile Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesidir. Birleşmiş Milletler daha sonra ayrıca Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesine ek seçimlik bir protokol de benimsemiştir. Tüm bu saydığımız metinler; yani 1948 tarihli bildirge, 1966 tarihli iki sözleşme ve daha sonra kabul edilen ek protokol hep birlikte Uluslararası İnsan Hakları Bildirgesi olarak bilinmektedirler. Bunun dışında Amerika İnsan Hakları Sözleşmesi, Afrika İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi pek çok bölgesel sözleşmeler de mevcuttur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1982 Anayasası'nın 2. maddesinde açıkça ifade edildiği üzere temel insan haklarına saygılı bir devlettir. Bu saygının gereği olarak kamusal faaliyetlerini insan haklarına uygun şekilde yürütme yükümlülüğü altındadır.

Atatürk Milliyetçiliğine Bağlı Devlet

Türkiye Cumhuriyeti'nin Anayasa m.2'de açıkça ifade edilen niteliklerinden birisi de Atatürk milliyetçiliğine bağlılıktır. Milliyetçilik genellikle ırki temelli bir ideolojik görüş olarak değerlendirilmekle birlikte, Atatürk milliyetçiliği daha çok vatandaşlık ve aidiyet hissi odaklı olarak yapılandırılmıştır. Bu bağlamda Atatürk milliyetçiliği, Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin, renk, din, dil ve ırk ayrımı olmaksızın Türk sayılmasını ifade eder (Aydın, 2008:192). Bu bağlamda Atatürk milliyetçiliğine bağlı bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti, hangi ırksal kökenden olursa olsun vatandaşlık bağı ile devlete bağlı olan ve kendisini Türk kabul eden herkesi Türk kabul etmekte ve ona tüm vatandaşlara tanınan hakları ayrım yapmaksızın tanımaktadır.

Demokratik Devlet

Siyasal anlamda demokrasi, toplumdaki bireylerin doğrudan yönetime katılmak veya yöneticileri belirlemek suretiyle devlet yönetiminde etkili olabildikleri ve ifade özgürlüğü başta olmak üzere diğer temel haklarının teminat altında olduğu yönetim biçimidir. Demokratik sistemlerde egemenliğin muhakkak halkın elinde olmasına gerek yoktur. Egemenliğin halkın elinde olduğu devlet biçimleri cumhuriyet olarak ifade edilir (Tanör-Yüzbaşıoğlu, 2006, s.62). Ancak cumhuriyet olmamakla birlikte demokratik olan siyasal sistemler de mevcuttur. Bunun klasik örneği olarak Birleşik Krallık gösterilir. Bu devlette egemenliğin kral veya kraliçede olmasına karşın, halk, devlet yönetimine etkin şekilde katılmaktadır. Dolayısıyla devlet siyasal yapı bağlamında monarşik bir demokrasidir. Bu anlatılanlar ışığında denilebilir ki, bir devlette kural olarak isteyen herkes yönetimde rol almaya talip olabiliyor ve yöneticiler halk tarafından eşit oyla seçiliyorsa, ayrıca bireylerin temel hakları da teminat altına alınmışsa, o devlette demokrasinin temel koşulları var demektir. Bu bağlamda yöneticilerin seçimle işbaşına gelmesi, kural olarak isteyen herkesin yönetimde rol almaya talip olabilmesi, diğer temel hakların ve özellikle ifade özgürlüğünün güvence altına alınmış olması, demokratik toplumun temel gerekleri olarak sayılabilir (Aynı yönde bk. Özbudun, 2000, s.82). Türkiye Cumhuriyeti de demokratik bir devlet olarak bu gereklerin yerine getirildiği bir devlettir.

Laik Devlet

Cumhuriyet, egemenliğin halka ait olduğu devlet biçimidir. Her ne kadar laiklik sıklıkla din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak ifade edilse de hukuki anlamda laiklik hukuk kuralı koyma yetkisinin beşerî iradeye, yani insan iradesine bağlı olmasını, bu konuda herhangi bir tanrısal referansla hareket edilmemesini ifade etmektedir.

Kamusal faaliyetlerde dini referansların dikkate alınmaması laiklik ilkesinin ilk gereğini oluşturmaktadır. Laikliğin ikinci gereği olarak ise devletin dini inanç ve ibadetlere karışmaması, ibadetlere engel olmak isteyenlere yönelik tedbirleri alması aranır. Dolayısıyla laik bir devlet kamusal faaliyetlerini dinî referanslara göre düzenleyemeyeceği gibi, dini inanç ve ibadetlere eşit mesafede olmalı, bireylerin inançlarına ve bunun gereği olan ibadetlerine kural olarak karışmamalıdır. Laik bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti de bu gereklere uygun şekilde kamusal faaliyetlerini yürütmektedir. Ayrıca Any. m.24'te de herkesin vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahip olduğu açıkça vurgulanmış ve teminat altına alınmıştır.

Sosyal Devlet

Sosyal devlet-sozialstaat (refah devleti-welfare state), acımasız ve sert liberalizmin ortaya çıkardığı sorunları gidermeye yönelik olarak ortaya konulan ve serbest piyasa ekonomisinin yanında devlete birtakım sosyal sorumluluklar da getiren bir devlet anlayışını ifade etmektedir. Temelde serbest piyasa ekonomisinin kurallarına bağlı hareket eden sosyal devlet, diğer taraftan da toplumdaki her bir birey için minimum bir hayat standartı sağlama kaygısını da taşımaktadır. Bu bağlamda sosyal devlet anlayışı, bireysel özgürlüklere ve serbest piyasa ekonomisine dayanan liberal düşünce sisteminin insani öğelerle güçlendirilmesine hizmet etmektedir. Gerçekten de vahşi ve sert kapitalizmin hâkim olduğu bir toplumda, sosyal sınıflar arasındaki farkın iyice açılması, mevcut düzenin meşruiyetini de halk nez-dinde sorgulanır hâle getirecektir. Bu bağlamda günümüz refah devletinde sosyal haklar merkezî bir konuma sahiptir (Kara, 2004: 45). Sosyal bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti de vatandaşı olan her bir birey için insanca yaşamanın minimum koşullarını sağlamak amacıyla faaliyetlerini yürütmelidir.

Refah toplumunun oluşturulmasında alınabilecek aktif ve pasif önlemler bulunduğu ifade edilirken, pasif önlemlerin sosyal devlet ilkesi gereğince sosyal haklar alanında gerçekleştirilecek faaliyetlerden oluştuğu kabul edilmektedir. Buna göre refah toplumu için aktif önlemler bireysel zenginliklerin arttırılmasını sağlayacak faaliyetlerden ibarettir. Doğal kaynakların bireylerin üretim ve etkinliğine açılması, kamusal arazilerin girişimcilere tahsis edilmesi aktif önlemlerin önde gelenlerindendir. Nitekim bireyler zenginleştikçe toplum da zenginleşecektir. Buna karşın pasif önlemler ise özgürlükçü refah devletinin insani yönünü oluşturmaktadır. Bu bağlamda kişisel özellikleri veya şansları gereği bireysel zenginliklerini arttırma imkânı bulamamış kişilerin minimum ihtiyaçlarının karşılanması özellikle gelişmekte olan devletlerde ancak devlet desteği ile mümkün olabilecektir. Emeklilik, zorunlu sağlık giderlerinin karşılanması, eğitim ve öğretimde ücretsiz hizmetlerin sunulması refah toplumundaki önemli pasif önlemlerdir. Bunlar sosyal devlet anlayışının gereği olarak bireylere sunulmalıdırlar (Varansel, 2010: 55 vd.).

Hukuk Devleti

Hukuk devleti kavramı, en dar anlamıyla, devlet organlarının da, tıpkı toplumdaki bireyler gibi hukuk kurallarıyla bağlı olmasını ifade eder. Dolayısıyla söz konusu ilke, bireylerin devlet karşında hukuki güvenliğe sahip olmaları ve kendilerini güvende hissedebilmeleri için büyük önem arzeder. Her ne kadar hukuk devleti kavramının ilk ortaya çıkışı ve dar anlamda içeriği bu şekilde ifadelendirilebilirse de; söz konusu kavramın doğal hukuk anlayışının etkisiyle zaman içerisinde daha da geliştirildiği görülmektedir. Günümüzde hukuk devleti kavramının içerisine temel hak özgürlüklerin anayasal güvence altına alınması, idarenin faaliyetlerine karşı yargı yoluna başvurulabilmesi, kanunların anayasal uygunluk denetiminin yapılabilmesi ve kuvvetler ayrılığı gibi başkaca unsurlar da katılmıştır. Bu bağlamda dar anlamıyla ele alınsa bile hukuk devletinde, hukukun üstün kılınması, hukuk kurallarının ayrım gözetilmeksizin tüm bireylere ve devlet organlarına eşit şekilde uygulanması, ortaya çıkan uyuşmazlıkların ise hukuk kuralları çerçevesinde çözülmesi gerekir. Anayasa'mızın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin bir hukuk devleti olduğu açıkça ifade edilerek, devletin bu gereklere bağlı hareket etmesi anayasal güvenceye bağlanmıştır.

kaynak:  www.asayfa.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder