16 Nisan 2021 Cuma

Pozitif Hukuka Yardımcı Disiplinler

Dogmatik Hukuk Bilimi

Pozitif hukuk bilimi de denilen hukuk dogmatiği, belli bir ülkede belirli bir zamanda yürürlükte olan hukuk kurallarının metinleri çerçevesinde ele alır ve değerlendirir. Bunların ne oluşumuna ne de gelişimine ilişkin eleştirel bir yaklaşımı içermez. Onları, mevzuattaki, içtihatlardaki (yargı kararlarındaki) ve bilimsel çalışmalardaki haliyle, birer dogma olarak ele alır. Mantık ve muhakeme süzgecinden geçirmek suretiyle, kurallar arasındaki çelişkileri, tutarsızlıkları, boşlukları belirler. Kuralların her birine ilişkin açıklamalar ve yorumlar geliştirir. Yasal düzenlemelerin bağlantılarını ifade eder, boşluklarını doldurur; her türden hukukî uyuşmazlıklarda gerçek hukukun ne olması gerektiğini belirlemeye çalışır.

Dogmatik hukuk bilimi, hukuk kurallarında yer verilen terimlerin, kavramların ve deyimlerin açıklığa kavuşturulması sağlar, terminoloji birliği kurmaya çalışır. Burada, hukuk kurallarının sistematik hale getirilmesi kadar, kurallar değiştikçe yahut kurallar sosyal ilişkileri düzenlemekte yetersiz kaldıkça, yukarıdaki süreçleri tekrarlamak suretiyle sistematiğin yenilenmesi de söz konusudur. Dogmatik hukuk biliminin görevi "hukuk kaynaklarından açık ve seçik kavramlarla oluşturulan bir hukuk yaratmak, yürürlükteki hukukun ayrıntılarından genel ve temel ilkeleri bulup ortaya koymaktır".

Hukuk Felsefesi

Genel felsefenin bir dalı olan hukuk felsefesi; hukuku, dogmatik hukuk biliminin aksine, belli bir zaman ve mekân boyutunda değil, evrensel boyutuyla ve soyut olarak ele alır. Hukukun kökeni, nitelikleri, yürürlüğünün ve geçerliliğin nasıl sağlandığı, sosyal ve ekonomik yapılaşmalarla hukuk arasındaki etkileşimler, hukukun nihai amacı, ahlâk ve özellikle adalet açısından pozitif hukukun değerlendirilmesi, hukuk felsefesinin inceleme alanlarını oluşturur.

Hukuk felsefesi, olması gerekenden hareket ederek, hem topluma, hem de adalete en uygun düşen hukuk kurallarının oluşturulmasını amaçlar. Bulgularını öneri olarak sunar.

Hukuk Sosyolojisi

Genel sosyolojinin bir dalı olan hukuk sosyolojisi, sosyoloji ile hukukun kesişme noktasında yer alır. Sosyoloji, toplumun, sosyal ilişkilerin bilimidir. Hukuk, sosyal ilişkilerin temel çerçevesini oluşturduğu gibi, onun aynı zamanda, resmiyet kazanmış ve en etkin sosyal kontrol aracı olmak niteliğini taşır. Hatta zaman zaman hukukun bir toplum ve siyaset mühendisliği aracı olduğunu da görürüz.

Hukuk sosyolojisi birtakım değerleri, idealleri değil; sosyal gerçeklikleri belirlemeyi, bunlarla hukuk kuralları arasındaki ilişkileri ve etkileşimleri inceler. Ekonomik ve kültürel olguları da içeren sosyal yapı özelliklerinin hukuk kuralları ile ilişkisi sürekli ve mutlak bir kararlılık gösteremez. Oysa kanun koyucu açısından hukuk sisteminin olabildiğince az hatayla oluşturulabilmesi, olabildiğince problemsiz sürdürülebilmesi için hukuk sosyolojisinin yansız ve tasvir edici çalışmalarına ihtiyaç vardır. Soyut hukuk kurallarının konulmasını gerektiren somut sosyal olayları hukuk sosyolojisi inceler. Bu bağlamda hukuk sosyolojisi, hukuku bir yandan sosyal hayatın bir ürünü, bir yandan da yol göstericisi olarak ele alır.

Hukuk Tarihi

Hukuk tarihi hukuk biliminin ve hukuk kurallarının tarihi gelişimini inceler. Bu çerçevede, hukukî kurumları, kuralları, hukukî düşünüşün tarihi evrimini, bunların tarih içinde nelerden, hangi şekilde ve derinlikte etkilenerek nasıl farklılaştıklarını, dönüştüklerini, değiştiklerini inceler. "Geçmiş hukuk gerçekliği" onun inceleme alanıdır. "Hukuk tarihinin en önemli fonksiyonu hukuku adalet denilen hukuk idesi ile belirlenmiş tarihi bir olay olarak kavramaya çalışmaktır. Hukuk tarihi, pozitif hukukun daha iyi anlaşılmasında ve yorumunda da yararlı olur".

Hukuk tarihi çalışmaları genel olabildiği gibi, milli (belli bir ülkeye özel) nitelikte de olabilir. Ayrıca, bir ülke hukukunun belli bir kısmını konu alan (örneğin ceza hukukunun, medeni hukukun tarihi gelişimi gibi) çalışmalar da yapılır.

Karşılaştırmalı Hukuk

Farklı ülkelerin hukuk sistemlerinin oluşum ve gelişim süreçlerini yahut belirli bir hukuk kurumunun değişik ülkelerdeki oluşum ve gelişim süreçlerini birbirleriyle karşılaştırmak suretiyle benzerliklerini ve karşıtlıklarını ortaya koymak; böylece kanun koyucuya ve doktriner çalışmalara malzemeler, öneriler sunmak, karşılaştırmalı hukukun ilgi alanını oluşturur. Bu, aynı zamanda bir ülkede mevcut hukuk sisteminin anlaşılmasına da katkılar sağlar. Hukukî problemlere ilişkin yeni çözüm yolları üretilmesine fırsat verir, yardımcı olur. Karşılaştırmalı hukuk kanun koyucuya geniş bir bakış açısı sağlar. Böylelikle, giderek daha tutarlı ve fonksiyonel kuralların oluşmasına imkân verilmiş olur.

Hukuk Siyaseti

Bir bilimsel etkinlikten ziyade, hukukun uygulanmasıyla ilgili tahminlerde ve değerlendirmelerde bulunma sanatı olarak da isimlendirilen hukuk siyaseti en azından metodoloji bakımından bilimsel olmak zorundadır. Hukuk siyaseti hukuk sistematiği ve toplumsal ihtiyaçlar perspektifinden eleştirel bir yaklaşımla pozitif hukukun irdelenmesini, boşlukların, aksaklıkların belirlenmesini ve öneriler geliştirilmesini hedefler. Kanun koyucunun toplumsal yapıya aykırı düşmeyecek bir hukuk siyaseti oluşturması gerekir.

Ulusal Hukuk - Evrensel Hukuk

Her ülke kendi anayasasına göre hukuk kurallarını oluşturur. Ülkeler, kendi ekonomik, politik, demografik, kültürel, coğrafi, sosyal realitelerini göz önünde bulundurarak, anayasadan başlamak üzere, hukuk kurallarını gerçekleştirirler ve bunlarla yönetilirler. 

Her ülke doğal olarak kendi sınırları içerisinde kendi hukukunu uygulamak ister. Eğer, eyaletlere ya da kantonlara ayrılmış federal bir devlet söz konusu olursa, bir kısım kurallar ayrıca ülke içi bölgelere göre de farklılaşmış olur. İşte, ulusal hukuk dendiğinde her ülkenin kendi şartlarını dikkate alarak hazırladığı hukuk kuralları anlaşılır.

Dünyada hiçbir ülke, tamamen yalıtılmış, dış dünyadan tamamen kopuk olarak varlığını sürdüremez. Bu nedenle hemen her ülke, tüm insanlığın paylaştığı evrensel değerleri; örneğin hırsızlığın suç sayılması gibi maddi hukuka, kişilerin savunma hakkı ve imkânı verilmeksizin cezalandırılmaması gibi şekli hukuka ilişkin değerleri ulusal hukuk düzenlemeleri sırasında dikkate alır. Bazı uluslararası antlaşmalar ve sözleşmeler de bu ilkeleri yansıtır. 

Örneğin, Uluslararası Çalışma Örgütü (UÇÖ) sözleşmelerinde İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinde (İHAS), İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde evrensel hukuk ilkelerine ilişkin somut hükümler yer alır. Bunların bir bölümünü Hukukun Genel İlkeleri oluşturur. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB) hükümleri yanında İHAS'nin pek çok hükmü ve UÇÖ'nün birçok sözleşmesi "kamu hizmetinde süreklilik", "uygarlık ve insanlığın, ortak idealleri", "hakkın kötüye kullanılması yasağı" evrensel hukuk ilkelerini yansıtan kurallar olarak bizim iç hukukumuzda da yer almaktadırlar.

Pozitif Hukuk - Mevzu Hukuk - Doğal Hukuk

Pozitif hukuk-doğal hukuk karşıtlığı doktrinde en çok tartışılan bir ayrımdır. "Devletin yetkili organlarınca çıkarılan hukuk kurallarını (kanun, kanun hükmünde kararname, tüzük, yönetmelik gibi) mahkemelerce kabul edilen ve uygulanan örf ve âdet esaslarını ve bağlayıcı mahkeme içtihatlarını kapsamına alan ve geçerliliği bütün ülkede devlet tarafından sağlanan hukuka pozitif hukuk denir. 

Daha kısa ifade etmek istersek, belli bir ülkede belli bir dönemde yürürlükte olan hukuk kurallarının tümü o ülkenin pozitif hukukunu oluşturur. Bu hukuka müspet hukuk, yürürlükteki hukuk, mevzu hukuk da denilir. Bunlardan ilk ikisi anlaşılır açıklıktadır. Çünkü olana, yürürlükte olana vurgu yapmaktadırlar. Zaten, pozitif hukukun bir adı da bu nedenle "olması gereken hukuk"un karşıtı anlamında "olan hukuktur.

Mevzu hukuk, yetkili bir merci (makam) tarafından konulan hukuk kuralları demektir. Kanunlar mevzu hukukun tipik örneğidir. Ancak; mevzu hukuk, mevzuat ile eş anlama sahip değildir. Mevzuat kavramı mevzu hukukun kaynaklarını ifade etmek için kullanılır. Bu bağlamda tüm yazılı hukuk kurallarını kapsar. Yani, mevzuat herhangi bir yetkili makam tarafından konulmuş (usulüne uygun şekilde çıkarılmış, kabul edilmiş) örneğin anayasa, kanun, tüzük, yönetmelik, içtihadı birleştirme kararı gibi hukuk kurallarının tümünü kapsar. Oysa örf ve âdet hukuku kuralları, pozitif hukuka dâhil olmakla birlikte, sayılanlardan farklı olarak, kendiliklerinden oluşmaktadır. Diğer yandan; örf ve âdet hukuku kurallarının kendiliğinden oluşması kadar, bunların oluştukları sosyal birimin (toplum, topluluk, meslek kolu gibi) kollektif bir çabası ile ortaya çıktıkları da düşünülebilir. Ancak, bunların yürürlüğe girişi hem sistematik değildir, hem de önceden belirlenmiş herhangi bir usule tâbi değildir.

"Olması gereken hukuk", "ideal hukuk" olarak da isimlendirilen doğal hukuk, pozitif hukukun karşıtı olarak "olan"a değil, "olması gereken"e vurgu yapar, öncelik ve üstünlük tanır. Doğal hukuka göre, esasen insan doğasında saklı olan hukuka akıl yolu ile ulaşılabilir. Doğal hukukun aradığı, bir yönden, bütün toplumlar için geçerli hukuk ilkeleridir. Bunun uzantısı, insan aklına dayalı ve hukukun değerlendirilmesine yarayan adalet esaslarının ortaya konmasıdır. Tabiî hukuk kurallarının değişmezliği görüşü yirminci yüzyılda terkedilmiş ve zamana ve mekâna yöre değişeceği görüşü yerleşmiştir. Aynı yazar, tabiî hukuk ilkelerinin, toplumun ihtiyaçları dikkate alınarak akıl aracılığıyla ulaşılabilen ve adalet düşüncesine dayanan kurallar olduğunu ifade eder.

O halde, doğal hukuk, hukukun adalet anlamına vurgu yapmakla yetinmez. Hukuku adalet ile özdeşleştirir. Hukukun, devlet organlarınca konulmuş olması değil, insan aklından kaynaklanan adalet anlayışına uygun olması önemlidir. Hukukun geçerliliği âdil (adalete uygun) olmasına bağlıdır. Dolayısıyla, doğal hukuk pozitif hukuk kuralının sadece dışında değil, aynı zamanda onun üstündedir. Daha çok doktrin niteliği taşıyan çalışmalarla geliştirilen doğal hukuk pozitif hukuk için bir tür hedef oluşturur. Pozitif hukuk, doğal hukukun ilkelerine uydukça, doğal hukuka yaklaştıkça tatminkâr hale gelir. Örneğin, herkesin hukuk karşısında eşit olması, kanun önünde eşitlik, bir doğal hukuk ilkesidir. Pozitif hukuk buna uydukça değer kazanır ve o ölçüde başarılı bir hukuk düzeni kurulmuş olur.