16 Mart 2021 Salı

Kamu Hukuku - Özel Hukuk Ayrımı

Ayrım Tartışmaları

Bazı yazarlara göre, zamanımızda kamu hukuku - özel hukuk - karma hukuk ayrımı önemi kalmayan, yapay sayılması gereken bir ayrım olsa da; bu, Roma döneminden beri süregelen bir ayrımdır. Buna göre; "Kamu hukuku Roma devletine, özel hukuk ise bireylerin çıkarlarına ilişkindir". Roma hukukçuları hemen bütün çalışmalarını özel hukuk üzerinde yoğunlaştırmışlardır. Bu husus o dönemde kamu hukukunun özel hukuka göre çok geri bir düzeyde kalmasına yol açmıştır.

Esasen ortaçağ boyunca Batıda görülmeyen ayrım, 16. yüzyıldan itibaren yavaş yavaş gündeme gelmeye başladı. Bugün, kuvvetler ayrılığı ilkesinin kurucusu olarak da siyaset bilimi ve hukuk tarihinde önemli bir yeri olan Montesquieu 18. yüzyılda kamu hukukunun yönetenler ile yönetilenler arasındaki ilişkileri düzenlediğini belirtip, bu hukuk kolunu siyasi hukuk olarak adlandırıyordu. O, siyasi hukukun karşısında medeni hukuk olarak isimlendirdiği özel hukukun salt yurttaşlar arasındaki ilişkileri düzenlediğini belirtiyordu.

Ayrımın temelinde devlet olgusuna yüklenen anlam ve fonksiyonların büyük önemi vardır. Sosyalist rejimlerde böyle bir ayrım olmaması; sosyal devlet anlayışının egemen olduğu ülkelerde ayrımın önemi ve fonksiyonları hususunda yoğun bir tartışma olmamasına karşılık, liberal anlayışın egemen olduğu çağlarda ve rejimlerde özel hukukun kamu hukukuna göre çok daha geniş ve gelişmiş oluşu bu tezi destekleyen örneklerdir. Devletin sosyal ve ekonomik alanda görünürlüğünün artmasına paralel olarak, 20.yüzyıl başlarında kamu hukukuna gösterilen ilgi artmıştır. Oysa zamanımızda aksi eğilim çok daha güçlüdür.

Kamu hukuku - özel hukuk ayrımını yapay ve gereksiz bulanlar ayrımın kesin biçimde ortaya konamayacağını; zira özel hukuk kapsamına giren bir yasada kamu hukuku niteliğinde düzenlemeler görüldüğü gibi, kamu hukuku alanına giren bir yasada da özel hukuka dâhil kuralların yer alabildiğini belirtirler. Bu, doğru bir tespittir. Gerçekten, hukukî ihtilafın çözümlenebileceği yargı dalına, ihtilafın taraflarına, savunulan çıkarlara göre bu ayrım önem taşır. Dahası, bir hukukî çekişme; bir aşaması itibarıyla belli bir hukuk dalına, bir aşaması itibarıyla da diğer hukuk dalına girebilir. Nitekim örneğin kamulaştırma yetkisi kamu hukuku kapsamında düzenlenmiştir. Kamulaştırma kararı bu çerçevede alınır. Kararın muhatabı söz konusu kamulaştırmada kamu yararı bulunmadığı itirazını kamu hukukunun bir parçası olan idare hukuku kapsamında yapar. Aynı sürecin diğer aşaması olan kamulaştırma bedeline yapılacak itiraz ise, devletin buyurma yetkisi olmayan, tarafların eşit durumda olduğu özel hukuk ilkelerine göre yapılır, incelenir ve karara bağlanır. Kanaatimizce, önemli olan ayrımın varlığını - yokluğunu, ya da gereksiz olup olmadığını, hukukun amaçlarını ve fonksiyonlarını göz ardı etmeksizin değerlendirmektir. Dolayısıyla, pratikte yararı görülen bir ayrımın teorisinin yapılması da yararlıdır. Ayrımın gerekliliği ölçütler açıklanırken daha iyi anlaşılacaktır.

Ülkemiz açısından baktığımızda, birkaç nedenle bu ayrımın yapılması gereği ortaya çıkar. İlk olarak, ülkemiz de esas itibarıyla Kara Avrupası hukuk sistemine dâhildir. Ayrıca; gerek doktrinde, gerekse hukuk öğretiminde ayrım kendisini göstermektedir.

Ayrım Ölçütleri

Çıkar Ölçütü

Bir hukukî düzenleme ile korunan çıkarın kimin çıkarı olduğu ve hangi nitelikte bir çıkar olduğu bu ayrımın esasıdır. Dolayısıyla, hukuk kuralı; kamuya (topluma) ait bir çıkarı koruyorsa kamu hukukuna, özel kişilerin çıkarını koruyorsa özel hukuk alanına dâhildir. Başka bir deyişle, kamu hukuku kuralları kamu yararını gerçekleştirmeyi ve korumayı amaçlarken, özel hukuk kuralları özel çıkarların korunmasını hedeflerler, ön planda tutar. Örneğin, kamu hizmetlerinin yerine getirilmesi, kamu düzenini bozmaları nedeniyle suçluların cezalandırılması, kamu çıkarını korumayı amaçlarken; bir suçluya, mağdurun maddi veya manevi varlıklarına verdiği zararın ödetilmesi (tazmin ettirilmesi) özel çıkarı korumayı amaçlamaktadır.

Hemen ifade etmeliyiz ki, bir hukuk dalında konulan kural ile hangi tür çıkarın korunduğu her zaman kolaylıkla belirlenemez. Özel hukuk alanındaki bir düzenleme, özel çıkarlardan ziyade kamu çıkarını koruma amacına yönelmiş olabilir. Örneğin, özel hukukun en geniş kısmını oluşturan Medeni Hukukun bir alt dalı olarak Aile Hukuku içerisinde yer alan yakın akraba evliliğini yasaklayan hükümler kamu çıkarını koruma amaçlıdır.

Bir şahsı tehdit eden kişinin cezalandırılması kamu düzenini korumak ve kamu çıkarını gözetmek amacına yönelik ceza hukuku hükümlerine göre gerçekleştirilir. Ancak, bu cezalandırma kamusal çıkarlar yanında mağdurun (tehdit edilenin) şahsi çıkarlarını da gözetmektedir. Hırsızlık yapanın cezalandırılmasında da aynı durum söz konusudur: Hırsızlık fiilinin mağduru hırsızdan şikâyetçi olmasa veya şikâyetini geri alsa bile kamu düzeni açısından hırsız cezalandırılır. O halde, hırsızın cezalandırılması hem kamu hukuku, hem özel hukuk alanına girebilmektedir.

Egemenlik Ölçütü

Bir hukukî ilişkinin taraftarı statü bakımından eşitse, yani taraflardan biri diğerinde kamu gücüne dayanarak tek yanlı buyurma imkânına sahip değil ise, taraflar arasında egemenlik ilişkisi yoktur ve düzenlenen hukukî ilişki özel hukuk alanına dâhildir. Aksi durumda, hukukî ilişki kamu hukuku alanına girer ve bunu düzenleyen kurallar da kamu hukukunun bir dalı haline gelir. Örneğin, kiralamaya ilişkin hukukî düzenlemeler özel hukuk kapsamındadır. Taraflardan birinin yahut her ikisinin devlet ya da herhangi bir kamu kurumu veya kuruluşu olması bu durumu değiştirmez. Oysa kamulaştırmada yahut askere çağırmada veya vergi borcunun tahsilinde kamu hukuku kuralları geçerlidir; kişinin isteği ya da rızası aranmaz.

Bu ölçüt kamu hukuku - özel hukuk ayrımını en iyi bir şekilde açıklasa dahi; bazen, sosyal ve ekonomik gelişmeler karşısında yetersiz hale gelebilmektedir. Örneğin, işçi-işveren ilişkileri esasen bir özel hukuk ilişkisi olmasına rağmen, devlet iş ilişkisine işveren karşısında sosyal ve ekonomik bakımdan zayıf olan işçiyi korumak amacıyla müdahale etmektedir.

İrade Özgürlüğü Ölçütü

Bu ölçüte göre, hukukî ilişkiyi düzenleyen kural, tarafların özgür iradeleri ile aksini kararlaştırmaları mümkün olmayan "emredici" nitelikte ise kamu hukuku alanına dâhildir. Oysa özel hukuk alanına ilişkin kurallarda esas olan tarafların özgür iradelerine yer verilmesidir. Bu alandaki kurallar taraflara büyük ölçüde irade özgürlüğü tanımışlardır. Bu nedenle de özel hukuk kuralları ilke olarak, emredici değil; "tamamlayıcı" veya "yorumlayıcı" nitelikte kurallardır.

Kamu hukuku alanına giren kuralların uygulanmasında taraflar emredici nitelikte kurala aykırı bir sözleşme gerçekleştiremezler. Meselâ, tarafların özgür iradeleri ile yaptıkları ve konusu bir hırsızlık ya da adam öldürme olan sözleşmeler geçerli değildir. Önceden belirlenmiş ve emredici nitelikteki kurallara göre hukuki ilişkiler ve işlemler düzenlenir. Bunun gibi, askere gitmek durumunda olan bir kişi Milli Savunma Bakanlığı ile askerlik şartlarına ilişkin pazarlık ve sözleşme yapamaz. Çünkü buradaki kurallar kamu hukuku alanına ilişkindir, emredicidir. Aksine davranış ya da anlaşma söz konusu olamaz.

Buna karşılık özel hukuk alanında esas olarak irade özgürlüğü geçerli olduğu için, örneğin bir kira sözleşmesinin sözlü, adi yazılı, resmi yazılı şekilde yapılması tarafların serbest iradeleri ile kararlaştıra-bilecekleri bir husustur.

İrade özgürlüğü ölçütü de kesin bir ayrım ölçütü değildir. Örneğin, özel hukuk kapsamında yer alan Medeni Hukuktaki yakın akraba ile evlenme yasağı, çok eşli evlilik (poligami) yasağı; Borçlar kanunu'ndaki (m.19-20) ahlâka ve adaba aykırı sözleşme yapmayı yasaklayan hükümler "emredici" niteliktedirler. Taraflar aksini kararlaştıramazlar. Oysa, bu ölçüte göre kamu hukuku alanına dahil edilmeleri gerekirdi.

Aynı şekilde, bir gayrimenkul mülkiyetinin nakli medeni hukuk kapsamında düzenlenmiştir. Ancak resmi yazılı şekilde (resmen görevli ve yetkili memur huzurunda) yapılması zorunluluğu vardır. Bağış işlemi de aynı niteliktedir.

Eşitlik Ölçütü

"Yöneten - Yönetilen" yahut "İlişkinin Tarafları ölçütü" de denilen bu ölçütte tarafların statüleri dikkate alınır. Montesquieu ve Schwarz'a dayandırılan bu ölçütte, bir hukukî ilişkinin tarafları arasında statü farklılığı yok ise, eşit statüde iseler, ast-üst ilişkisi yok ise, uygulanan kural özel hukuka; aksi halde kamu hukukuna girer. Başka bir deyişle, yönetenler - yönetilenler ilişkileri kamu hukukuna, yönetilenlerin kendi aralarındaki ilişkiler özel hukuka girer. Bu ayrımda yönetenlerin devlet ve diğer kamu kurum ve kuruluşları olduğu açıktır.

Ölçüt basit görünse de yetersizdir. Evvelce belirttiğimiz kiralama ilişkisinde taraflardan birinin ya da her ikisinin yöneten niteliğindeki üst statüde olmaları ilişkiyi kamu hukukuna dahil etmez. Bunun yanında, kamulaştırma bedelinin yükseltilmesine ilişkin hukukî çekişmenin özel hukuk çerçevesinde çözümlenmesi de bu ölçütü yetersiz kılar.

Değerlendirme

Görüldüğü üzere, ölçütlerin hiçbiri özel hukuk - kamu hukuku ayrımını istisnasız bir şekilde açıklamaya yetmemektedir. Biri hukukî ilişkide uygulanan kuralın niteliğine, diğeri tarafların birbirlerine buyurma konumunda olup olmadığına, öteki hukuki ilişkide kamu gücünün kullanılıp kullanılmadığına, bir başkası hukukî durumda ya da ilişkide gözetilen çıkarın aidiyetine vurgu yapmakla birlikte hiçbiri yeterli değildir. "Hukuk gibi geniş bir alanda yapılacak çalışmaların, bunlar ister kanun yapma, ister kanunları uygulama, ister eğitimle ilgili olsunlar bölümlere ayrılmasında pratik ve pragmatik bakımdan yarar olduğu söylenebilir".

Kriterlerin yetersizliği, çağdaş dünyanın ve toplumun olabildiğince dinamik ve karmaşık ilişkiler ve yapılaşmalar ortamında daha da belirgindir. Yeni hukuk dallarından bazıları, öncekilerden ayrışarak, bazıları ilk defa beliren ihtiyaçlar çerçevesinde ortaya çıktıkça; bunlara ilişkin kuralların hem ait oldukları kabul edilen hukuk dalına, hem de birçoğu itibarıyla diğer hukuk dalına girdiği görülür; bankacılık hukuku gibi. Ayrıca, bir hukuk dalı önceden açık bir şekilde belli bir hukuk dalına ait iken, öteki alana ilişkin pek çok kuralın yer almaya başlaması ile bir müddet sonra hangi hukuk dalı karakterinin ağır bastığı tartışmalı hale gelmektedir.

Karma Nitelikli Hukuk Dalları da denilen bu gruba yukarıdakilerin yanında iş hukuku, havacılık hukuku, fikrî hukuk ve toprak hukuku da girmektedir.

Yazılı Hukuk - Yazısız Hukuk

Bir ülkede anayasal esaslara göre görevli ve yetkili organların yazılı olarak oluşturdukları kurallar yazılı hukuku oluşturur. Örneğin; anayasa, kanunlar, kanun hükmünde kararnameler, tüzükler, yönetmelikler, yönetmelik statüsündeki düzenleyici işlemler yazılı bağlayıcı hukuk metinleridirler. Bunlar esas itibarıyla, yasama ve yürütme organlarınca çıkarılırlar. Ancak, bir yargı organı karan ile (İçtihadı Birleştirme Kararı - İ.B.K.) de yazılı ve bağlayıcı hukuk kuralı oluşabilir. 

Yasama ya da yürütme organınca çıkarılmamış olan; toplum içinde kendiliğinden yahut yargı organlarının çok uzun süre (yüzyıllarca) devam eden uygulamalarından oluşan kurallar, yazısız hukuk kurallarıdır. "İngiltere'de bugün de örneğin, bir "yazılı anayasa" yoktur. Bunun gibi İngiltere'de özel hukukun (Common Law) önemli bir bölümü de ........ mahkemelerin yüzyıllarca süren faaliyetleri sonucunda meydana gelmiştir".

Hiçbir ülkede hukuk kuralları ne tamamen yazılı, ne de tamamen yazısız değildir. Örneğin; ülkemizde yazılı hukuk esas olmakla beraber, şartları var ise, örf ve âdetin de hukuk kuralı (yazısız bir hukuk kuralı) olabileceği hususu Medeni Kanun'un ilk maddesinde yer almaktadır. 

Bir hukuk kuralının bağlayıcı (esas) nitelikte olması için, yazılı olması şart değildir. Yazılı olmasına rağmen bağlayıcılığı olmayan; yani, uyulması zorunlu olmayan kurallar da bulunmaktadır.

Tarihi Hukuk

Geçmişte kalmış, yani yürürlükten kalkmış olan hukuk, tarihi hukuktur. Sürekli değişmeyi vurgulayan "Kimse aynı nehirde iki defa yıkanamaz" sözü toplumlar için de geçerlidir. 

Her toplum, kendi özellikleri, değerleri, kültür kodları içerisinde akıp giden bir oluşumdur. Her hukuk kuralı, ancak oluşturulduğu ana kadar gerçekleşen gelişmeleri göz önünde tutabilir, ihtiyaçları karşılayabilir. 

İster gerileme, ister gelişme şeklinde adlandırılsın, sosyal değişmeler gerçekleştikçe ve derinleştikçe farklılaşan ihtiyaçlara cevap verecek yeni kuralların da oluşturulması gerekir. Bu anlamda, belirli zaman diliminde yürürlükte olup, sonradan yürürlükten kaldırılmış olan kurallar tarihi hukuku oluşturur.

Objektif Hukuk - Sübjektif Hukuk

Objektif hukuk denince kurallar anlaşılır. Hukukun genel ilkelerinden, örf ve âdetlerden yasalara kadar tüm kurallar objektif hukuku oluşturur. Toplum hayatını düzenleme fonksiyonu taşıdıkları için bunlara "düzenleyici kurallar" da denir. 

Evvelce "hukuk kuralları" başlığı altında yaptığımız açıklamaların tamamı objektif hukuka ilişkindir. Objektif sıfatına sahip olmasının temel nedeni; şahsi konumları veya özel durumları dikkate almaksızın, herkes için geçerli ve herkese uygulanabilir olmaları; yani, genellik ve soyutluk niteliklerine sahip bulunmalarıdır.

Sübjektif hukuk en yalın haliyle haklar demektir. Objektif hukukun aksine, özel ve somuttur. Objektif hukukun kişilere tanıdığı hakların, yetkilerin ve özgürlüklerin tamamıdır. 

Burada, hak sahibi kişi veya kişilerin varlığı şarttır. Bir başka deyişle, sübjektif hukuk, objektif hukukun kişiye, bir nesne yahut herhangi bir kişiye ilişkin olarak sağladığı her türlü imkân, yetki ve ayrıcalıktır.

1 Mart 2021 Pazartesi

Genel Olarak Sigortalı Sayılanlar nedir?

Genel Olarak

5510 sayılı Kanun'un 4. maddesinin ilk fıkrasının (a) bendine göre, “hizmet akdi ile bir veya birden fazla işveren tarafından çalıştırılanlar” sigortalı sayılırlar. Görüldüğü gibi kanun koyucu, bu bent kapsamında sigortalı sayılmak için “hizmet akdi” kavramını ölçüt olarak almıştır. Dolayısıyla sigortalının 4857 sayılı iş Kanunu, Basın iş Kanunu, Deniz iş Kanunu hatta Borçlar Kanunu kapsamında olup olmadığına bakılmaksızın hizmet akdi (iş sözleşmesi: Belirtelim ki biz bu çalışmada Kanun'da geçen hizmet akdi yerine iş sözleşmesi kavramını tercih edeceğiz.) ile çalışan herkes m.4/I, (a) bendi kapsamında sigortalı sayılacaktır. Bunun gibi sigortalının belirli ya da belirsiz süreli iş sözleşmesine veya kısmi ya da tam süreli veyahut çağrı üzerine iş sözleşmesine göre çalışması da bu açıdan önem taşımayacaktır. Gerçekten bir kişinin bu bent uyarınca sigortalı sayılması için belirleyici ve önemli olan, kişinin bir iş sözleşmesine göre çalışıp çalışmadığıdır. Yoksa sözleş-menin türü ya da süresi önemli değildir.

Kişinin sigortalı sayılması için bir iş sözleşmesine göre çalışması gerekli ise de her zaman yeterli değildir; zira biraz sonra üzerinde duracağımız üzere bazı kişiler bir iş sözleşmesine göre çalışmakla birlikte sigortalı sayılmaz. Bu nedenle kişinin sigortalı sayılmayanlar arasında yer almaması da gerekmektedir. Zorunlu sigortalıları anlatırken sigortalı sayılmayanlar da ayrıca anlatılacaktır.

Yukarıda ifade edildiği gibi kanun koyucu, iş sözleşmesi ile çalışmalarına rağmen bazı kişileri sigortalı saymamış; buna karşılık bazen de esasında bir iş sözleşmesi ile çalışmayan ya da çalışma ilişkilerinin iş sözleşmesine dayanıp dayanmadığı tartışmalı olan bazı kişileri m.4/I, (a) bendi kapsamında sigortalı saymıştır. Örneğin koruma bekçileri, genelev kadınları bu kapsamdadır. Böylece m.4/I, (b) ya da 4/I, (c) bendine göre sigortalı sayılması mümkün olmayan bu kişiler için sosyal korumanın alanı genişletilmiş olmaktadır (Güzel/Okur/Caniklioğlu, 93).

Aşağıda önce iş sözleşmesi kavramı üzerinde durulacak, ardından iş sözleşmesi ile çalışmamakla birlikte m.4/I, (a) bendine göre sigortalı sayılanlara yer verilecektir.

Sosyal Güvenlik Denetmenliği ve Sosyal Güvenlik Denetmen Yardımcılığı

Kurum taşra teşkilatında Sosyal Güvenlik Denetmeni ve Sosyal Güvenlik Denetmen Yardımcısı istihdam edilir.

Sosyal Güvenlik Denetmen Yardımcılığına atanabilmek için 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 48. maddesinde sayılan şartlara ek olarak aşağıdaki şartlar aranır:

En az dört yıllık eğitim veren yükseköğretim kurumların hukuk, siyasal bilgiler, iktisadi ve idari bilimler, iktisat, işletme, matematik, istatistik, aktüerya, bankacılık, sigortacılık, işletme mühendisliği, endüstri mühendisliği, yazılım mühendisliği, elektronik mühendisliği, elektrik ve elektronik mühendisliği, bilgisayar mühendisliği; sosyal hizmetler ve sağlık idaresi/yöne-timi fakülte, yüksekokul veya bölümlerinden ya da bunlara denkliği Yükseköğretim Kurulu tarafından onaylanmış yurt dışındaki yüksek öğretim kurumlarından mezun olmak (m.31/1/a).

Yapılacak yarışma sınavında başarılı olmak (m.31/1/b).

Sınavın yapıldığı gün itibarıyla 30 yaşından gün almamış olmak (m.31/1/c). Sosyal Güvenlik Denetmen Yardımcılığına atananlar, en az üç yıl çalışmak ve

olumlu sicil almak kaydıyla yapılacak denetmenlik yeterlik sınavına girmeye hak kazanırlar. Denetmenlik yeterlik sınavında başarılı olanlar, Sosyal Güvenlik Denetmeni kadrolarına atanır. Sınavda başarılı olamayanlar, bir yıl içinde ikinci kez sınava tabi tutulur. Bu sınavda da başarı gösteremeyenler, Kurum taşra teşkilatında durumlarına uygun başka kadrolara atanır.

Sosyal Güvenlik Denetmen Yardımcılarının mesleğe alınmaları, yetiştirilmeleri, yarışma ve yeterlik sınavların şekil ve uygulama esasları ile Sosyal Güvenlik Denetmenleri ve Sosyal Güvenlik Denetmen Yardımcılarının görev, yetki ve sorumluluktan ile çalışma usul ve esastan yönetmelikle düzenlenir.

Sosyal Güvenlik Denetmenleri, sosyal güvenlik mevzuatının uygulanmasına ilişkin tespit, denetim ve taramalarda görevlendirilirler ve görevleriyle ilgili kayıt ve belgeleri inceleme yetkisine sahiptirler (m.31).