Temel Hak ve Özgürlükler
Çağdaş anayasaların birçoğunda temel hak ve özgürlükler de geniş bir yer tutmaktadır. Anayasalarda yer alan özgürlüklerin bir kısmı, konut dokunulmazlığı, ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, kişi güvenliği gibi devletin karışamaya-
Negatif statü hakları devlete; dokunmama, karışmama, müdahale etmeme gibi olumsuz anlamda bir görev yükleyen haklardır.
Aktif statü hakları ( katılma hakları, birinci kuşak haklar), seçme, seçilme, siyasal parti kurma, siyasal partiye üye olma gibi vatandaşların siyasal süreçlere katılmalarını sağlayan haklardır.
isteme hakları (pozitif statü hakları, ikinci kuşak haklar), bireye devletten bir hizmet ya da edim isteme olanağı tanır. Çalışma, sağlık, sosyal güvenlik hakkı gibi sosyal ve ekonomik nitelikli söz konusu haklar, devlete, sosyo-ekonomik anlamda vatandaşların yararına sorumluluklar yükler, olumlu anlamda bir şeyler yapma görevi verir.
Üçüncü kuşak haklar, bazı anayasalarda yer alan, çevre, barış, gelişme hakkı gibi son yıllarda güncel hale gelen haklardır.
cağı, dokunamayacağı, kişiyi devlete ve topluma karşı koruyan haklardır. Devlete; dokunmama, karışmama, müdahale etmeme gibi olumsuz anlamda bir görev yükleyen bu haklar “negatif statü hakları” olarak bilinir ve bu hakları güvence altına alan Anayasa bireyleri diğer bireylere ve bireyleri devlete karşı koruyan hukuki bir kalkan işlevi görür. Seçme, seçilme, siyasal parti kurma, siyasal partiye üye olma gibi vatandaşların siyasal süreçlere katılmalarını sağlayan “aktif statü hakları” veya bir başka ismiyle “katılma hakları” da anayasalarda düzenlenir. Kişi hakları ve siyasal haklar tarihsel olarak ilk ortaya çıkan haklar oldukları için bu haklara “birinci kuşak haklar” ismi de verilir. Çalışma, sağlık, sosyal güvenlik hakkı gibi sosyal ve ekonomik nitelikli haklar, yani “isteme hakları” ise bireye devletten bir hizmet ya da edim isteme olanağı tanır. Devlete sosyo-ekonomik anlamda vatandaşların yararına sorumluluklar yükleyen, olumlu anlamda bir şeyler yapma görevi veren bu haklar aynı zamanda “pozitif statü hakları” olarak nitelendirilir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yapılan anayasaların çoğunda yer alan bu haklar “ikinci kuşak haklar” olarak da tanımlanır. Bütün bunlara ek olarak bazı anayasalarda çevre, barış, gelişme hakkı gibi son yıllarda güncel hale gelen “üçüncü kuşak haklar”a da rastlanmaktadır. Günümüz anayasaları, yukarıda belirtilen hak ve özgürlükleri sıralamanın ötesinde, bu hakların bireyler tarafından kullanımını sağlayacak güvenceleri de içinde barındırır.
1982 Anayasası’nın İkinci Kısmı “Temel Haklar ve Ödevler” başlığını taşır. Bu kısım içerisinde temel hak ve özgürlüklere ilişkin “Genel Hükümler” yanında, “Kişinin Hakları ve Ödevleri”, “Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” ve “Siyasi Haklar ve Ödevler” yer alır. Bu üç hak kategorisi, sırasıyla yukarıda açıkladığımız “negatif statü hakları”, “pozitif statü hakları” ve “aktif statü hakları” olarak bilinen haklara tekabül eder.
Anayasa, siyasal iktidarı organize eden hukuki belge olma özelliğine sahiptir. Yasama, yürütme ve yargı organlarının kuruluşu, işleyişi ve birbirleriyle ilişkileri Anayasa'da düzenlenir.
Anayasa temel hak ve özgürlükleri güvence altına alması yanında devletin temel yapısını da kurar. Bir başka ifadeyle Anayasa siyasal iktidarı organize eden hukuki belgedir. Devletin üç temel organının, yani yasama, yürütme ve yargının kuruluş ve işleyişine ilişkin esaslar Anayasa’da yer alır. Bu organların birbirleriyle olan ilişkileri de Anayasa’ya göre düzenlenir. Yasama ve yürütme organlarının yapısı, yetkileri ve bu iki organ arasındaki ilişkinin Anayasa’da düzenleniş biçimi aynı zamanda devletin hükümet sistemini (başkanlık, yarı başkanlık ya da parlamenter) de ortaya koyar. Egemenlik yetkilerinin merkezle yerel yönetimler, bölgeler ya da eyaletler arasında paylaşımı da Anayasalarda yer alan konular arasındadır. Söz konusu yetki paylaşımı devletin üniter mi, federal mi, yoksa bölgeli bir yapıya mı sahip olduğunu göstermesi açısından önem taşır.
“Yürütme” esas olarak yasaları uygulamakla ve yasaların verdiği yetki çerçevesinde ülke yönetimine ilişkin siyasal kararları almakla görevli organdır. 1982 Anayasası iki parçalı bir yürütme organı öngörmektedir: Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu, yani Başbakan ve bakanlar. 2007 yılında halkoylaması ile kabul edilen anayasa değişikiliği sonrasında şu anda görevde olan Cumhurbaşkanından sonraki Cumhurbaşkanı 2014 yılında doğrudan halk tarafından seçilecektir. Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri; cezai, siyasal ve hukuki sorumluluğu; Bakanlar Kurulunun kuruluşu ve görevinin sona ermesi; görev ve yetkileri; Başbakanın atanması, görev ve yetkileri; Başbakanın ve bakanların siyasal, cezai ve hukuki sorumluluğu; yürütme organının yaptığı kanun hükmünde kararname, tüzük ve yönetmelik gibi düzenleyici işlemler; yürütme organının istisnai olarak başvurabileceği olağanüstü hal, sıkıyönetim, seferberlik ve savaş hali gibi olağanüstü yönetim usullerine ilişkin düzenlemeler anayasa hukukunun bu başlığı altında incelenir.
Türkiye’de, yürürlükteki 1982 Anayasası’nın orijinal halinde öngörülen hükümet sistemi esas olarak “parlamenter sistem”dir. Bununla birlikte, 1982 Anayasasının orijinal halindeki parlamenter sistemde, klasik parlamenter sistemden farklı olarak, yürütmenin, yürütme içerisinde de cumhurbaşkanının yetkilerinin arttırıldığı gözlenmektedir. 2007 yılında halkoylaması sonucu kabul edilen ve Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini öngören Anayasa değişikliği sonrasında Türkiye’de geçerli olan hükümet sisteminin niteliği tartışmalı hale gelmiştir. Bazı yazarlar, Türkiye’deki hükümet sisteminin; “yarı-başkanlık” sistemine, bazıları ise (klasik parlamenter sisteme halk tarafından seçilen cumhurbaşkanı unsurunun eklenmesiyle ortaya çıkan) “başkanlı parlamenter sistem”e dönüştüğünü savunmaktadır.
Yargı organı yöneticilerin ve yönetilenlerin hukuka uygun davranıp davranmadıklarını denetleyen ve eğer bir hukuka aykırılık varsa buna ilişkin yaptırımı tespit eden organdır. Yargı organının anayasal konumu bağlamında öncelikle yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına ilişkin meseleler karşımıza çıkmaktadır. 1982 Anayasa-sı’na göre: “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.” (m. 138). Yargının bağımsızlğı ve tarafsızlığı yanında Anayasa hukukunda ilk derece mahkemeleri ve yüksek mahkemelere ilişkin esaslar da bu başlık içinde düzenlenir. Esas olarak yasaların Anayasa’ya uygunluğunu denetlemekte görevli Anayasa Mahkemesi ve bununla bağlantılı olarak Anayasa yargısı ise Anayasa hukuku içerisinde ağırlıklı bir yer tutar.
Anayasalarda devlet organlarına ilişkin hükümler yanında Anayasa’nın değiştirilmesine ilişkin kurallar da bulunur. 1982 Anayasası’na göre, anayasa değişikliği TBMM’nin üye tamsayısının en az üçte biri tarafından yazıyla teklif edilebilir (m.
^ Anayasa, devletin kendisine yüklenen görevleri yerine getirmesi için kullanması gereken yetkilerin kaynağıdır.
1876 Kanun-i Esasisi: Osmanlı İmparatorluğunda ilan edilen ilk Anayasa 1876 Kanun-i Esasi’dir. Bu Anayasa, Padişahın tek taraflı iradesiyle yapılmış bir ferman Anayasa’dır. Anayasa, devletin monarşik ve teokratik yapısını korumaktadır. Söz konusu Anayasa ile iki kanatlı bir yasama organı oluşturulmuş (Meclis-i Umumi); bunlardan Heyet-i Ayan üyelerinin Padişah tarafından seçilip atanması, Heyet-i Me-busan üyelerinin halk tarafından seçilmesi yöntemi benimsenmiştir. Böylece bu Anayasa ile ilk kez -kısmen de olsa- halkı temsil eden bir parlamento kurulmuştur. Ancak Heyet-i Mebusana ne yasama süreci ne hükümeti denetleme açısından önemli bir yetki tanınmıştır. Padişahın sorumsuzluğu ve kutsallığı anlayışı ile yasa-ma-yürütme ilişkilerindeki üstünlüğü bu anayasada sürdürülmüştür. Padişahın He-yet-i Ayan üyelerini ve Meclis başkanlarmı seçmesi; Meclis-i Umuminin ancak Padişahın izniyle yasa önerebilmesi; iki Meclis tarafından kabul edilen bir yasayı Padişahın mutlak olarak veto edebilmesi; Meclisi toplantıya çağırma ve feshetme yetkisinin Padişaha ait olması; Hükümet (Heyet-i Vükela) üyelerinin Padişah tarafından seçilmesi ve bunların yalnızca Padişaha karşı sorumlu olması; Meclisin Hükümeti denetleme yetkisinin olmaması Padişahın sistem içindeki ağırlığını gösteren düzenlemelerdir. Bu hükümlere bakıldığında 1876 Anayasası’nın anayasal monarşiyi benimsediğini söylemek güçtür. 1876 Anayasası’nı temel hak ve özgürlükler açısından değerlendirdiğimizde ise şu noktaların altını çizebiliriz: 1876 Anayasası yasa önünde eşitlik, kişi özgürlüğü ve dokunulmazlığı, basın özgürlüğü, eziyet, işkence, müsadere ve angarya yasağı gibi çok sayıda hak ve özgürlükle önemli yargısal güvenceleri tanımıştır. Ne var ki, tanınan bu hak ve güvenceler Anayasa’da Padişaha tanınan sürgün yetkisiyle etkisiz kılınmıştır.
1876 yılında ilan edilen ve Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk Anayasası olan Kanun-i Esasi'yi temel hak ve özgürlükler açısından değerlendiriniz.
II. Meşrutiyetin ilanının ardından toplanan Meclis-i Umumi 8 Ağustos 1909 tarihli yasayla Kanun-i Esasi’de çok önemli değişiklikler yapmıştır. Bu nedenle Ka-nun-i Esasi’nin yeni biçimi bazı yazarlarca “1909 Anayasası” olarak da adlandırılmaktadır. 1909 değişiklikleri, 1876 Anayasası’nın ilk biçiminden farklı olarak, Padişahın tek taraflı iradesiyle değil, Meclisin girişimi ve katılımıyla gerçekleştirilmiştir.
Artık bu düzenlemelerle Osmanlı İmparatorluğunda temel esaslarıyla anayasal monarşinin benimsendiği söylenebilir. Söz konusu değişikliklerle Padişahın yetkileri önemli ölçüde sınırlanmıştır. Sadrazam ve onun seçtiği Heyet-i Vükela üyeleri Padişah tarafından atanmalarına rağmen Heyet-i Vükela bireysel ve toplu olarak Meclis-i Mebusana karşı sorumlu tutulmuş; bir konuyu görüşmek için Padişahtan izin alma zorunluluğu kaldırılmıştır. Meclisin Padişahın daveti olmaksızın kendiliğinden toplanması ve Padişahın iznine gerek olmadan yasa önerebilmesi mümkün hale getirilmiştir. Padişahın “mutlak veto’’ yetkisi “geciktirici veto’’ya dönüştürülmüştür. 1909 değişiklikleri, Meclisin siyasal sistemde ağırlık kazanmasını sağlamanın yanı sıra toplantı ve dernek haklarının tanınması, basma sansür yasağının konması gibi hak ve özgürlükler alanını genişletici düzenlemelere de yer vermiştir. Padişaha sürgün yetkisi veren hükmün metinden çıkarılması da hak ve özgürlüklerin serbestçe kullanılmasını sağlamak açısından önemli bir adımdır.
1876 yılında ilan edilen Kanun-i Esasi'de yapılan 1909 değişiklikleriyle, Osmanlı İmpara- FijJŞ torluğunda temel esaslarıyla anayasal monarşinin benimsendiği söylenebilir. '
1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu: Bu Anayasa 24 maddeden oluşan çerçeve bir Anayasa’dır. “Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu’’ ilkesi ilk kez bu Anayasa’da ifade edilmiştir. Bu hüküm, iktidarın kaynağında köklü bir dönüşümü göstermesi açısından önemlidir. Anayasa, millete ait olan bu egemenliğin tek ve gerçek temsilcisi olarak Büyük Millet Meclisini göstermektedir. Meclis seçimlerinin iki yılda bir yapılması ve Meclisin kendiliğinden her yıl Kasım ayı başında toplanması öngörülmüştür. Bu anayasa, yasama ve yürütme yetkilerinin Parlamentoda toplanmasını öngören “meclis hükümeti’’ sistemini benimsemiştir. Buna göre, Meclis kendi içinden bir başkan seçer. Yürütme görevi de Meclisin kendi üyeleri arasından seçtiği “İcra Vekilleri Heyeti’’ tarafından yerine getirilir. İcra vekilleri kendi aralarından bir başkan seçmekle birlikte, Meclis başkanı İcra Vekilleri Heyetinin de doğal başkanı olarak tanımlanmıştır. 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, meclis hükümeti sistemine uygun olarak ayrı bir devlet başkanlığı makamı öngörmemiştir. Bu Anayasa’da nahiye şuraları ve idare heyetlerinin yargısal yetkilerinden söz eden düzenleme dışında yargı yetkisine değinilmemiştir. Buna karşılık, yerinden yönetime yönelik düzenlemeler bu Anayasa’da geniş yer tutmaktadır. Anayasa ülkeyi vilayetlere, kazalara ve nahiyelere ayırmış; bunlardan vilayet ve nahiyelere tüzel kişilik ve idari özerklik tanımıştır. 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda yapılan en önemli değişiklik cumhuriyetin ilanıdır.
Yerinden yönetime yönelik düzenlemeler 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu"nda geniş yer Tl^ tutmaktadır. Anayasa ülkeyi vilayetlere, kazalara ve nahiyelere ayırmış; bunlardan vilayet ' ve nahiyelere tüzel kişilik ve idari özerklik tanımıştır. 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda yapılan en önemli değişiklik cumhuriyetin ilanıdır.
1924 Anayasası'nda getirilen düzenlemeyle, meclis hükümeti sisteminin etkisi sürse de yasama-yürütme ilişkisi açısından parlamenter sisteme yaklaşılmıştı.
1924 Anayasası: 20 Nisan 1924 tarihli bu anayasa, “Esas Hükümler”, “Yasama Görevi”, “Yürütme Görevi”, “Yargı Erki”, “Kamu Hakları” ve “Çeşitli Hükümler” olmak üzere altı bölümden oluşmaktadır. Esas hükümler bölümünde Türkiye Devletinin cumhuriyet olduğu; egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu; TBMM’nin ulusun tek ve gerçek temsilcisi olduğu ve egemenliğini TBMM eliyle kullanacağı belirtilmiştir. Yasama ve yürütme erkleri TBMM’de toplanmıştır. TBMM yasama yetkisini bizzat kendisi; yürütme görevini ise Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu aracılığıyla yerine getirmektedir. Tek meclisten oluşan TBMM dört yılda bir yapılan genel seçimlerle oluşmaktadır. Milletvekillerine serbestçe çalışmalarını sağlamak için yasama sorumsuzluğu ve dokunulmazlığı tanınmıştır. Anayasa TBMM’ye, yasa yapmak, yorumlamak, para basmak, genel ve özel af ilan etmek gibi yasamaya ilişkin yetkiler yanında, soru, gensoru, soruşturma gibi hükümeti denetlemesini sağlayacak araçlar da vermiştir.
Bu Anayasa’ya göre, yürütme organının unsurlarından biri olan Cumhurbaşkanı hem devletin hem de yürütmenin başıdır. TBMM tarafından, kendi üyeleri arasından bir dönem için seçilir. Anayasa, Cumhurbaşkanına Başbakanı seçme ve atama, Başbakanın seçtiği bakanları atama, gerekli gördüğünde Bakanlar Kuruluna başkanlık etme, Başkomutanlığı temsil etme, yasaları yayımlama ve bir kez daha görüşülmek üzere Meclise geri gönderme gibi yetkiler tanımıştır. Cumhurbaşkanı siyaseten sorumsuzdur; Cumhurbaşkanının yaptığı işlemleri “karşı imza” kuralına tabidir, yani söz konusu işlemlerin TBMM’ye karşı siyaseten sorumlu olan Başbakan ve ilgili bakan tarafından da imzalanması gerekir. Cumhurbaşkanı tarafından atanan Bakanlar Kurulu Meclisten güvenoyu almak zorundadır. Başbakan ve bakanların Meclise karşı kolektif ve bireysel sorumlulukları vardır. Yargı erki bağımsız mahkemeler tarafından millet adına kullanılır. Mahkemelerin yasayla kurulması, bağımsızlığı, yargı kararlarının bağlayıcılığı, savunma hakkı, yargılamanın herkese açık olması gibi yargı alanına ilişkin belli başlı ilkeler bu Anayasa’da yer almıştır. Sonuçta, meclis hükümeti sisteminin bazı etkileri devam ediyor olsa da ya-sama-yürütme ilişkisi açısından bu Anayasa’nın parlamenter sisteme yakın bir düzenleme getirdiği söylenebilir.
1924 Anayasası genel ve soyut bir özgürlük ve eşitlik anlayışı öngörmüştür. İşkence, eziyet ve zoralım yasağı, düşünce, din, vicdan, sözleşme, dilekçe, yayın, mülkiyet, dernek, toplantı, seçme, seçilme, devlet memuriyetine girebilme gibi klasik haklar ve siyasal hak ve özgürlükler genel olarak tanımıştır. Buna karşılık, ilköğretimin devlet okullarında parasız olması dışında sosyal ve ekonomik haklara hiç değinilmemiştir. Anayasa, düzenlediği hak ve özgürlükler için güvenceler öngörmemiş; milletin tek ve gerçek temsilcisi olan TBMM tarafından yasa yoluyla söz konusu hak ve özgürlüklerin düzenlenip korunacağını varsaymıştır. 1921 Anayasası’nın benimsediği biçimiyle yerinden yönetim ilkesi bu Anayasa’da öngörülmemiştir.
1924 Anayasası zaman içerisinde önemli değişikliklere uğramıştır. 1928’de devleti laikleştirme yönünde adımlar atılmıştır. Bu doğrultuda devletin dininin İslam olduğu hükmü ile Cumhurbaşkanı ve milletvekili yeminlerinde yer alan “vallahi” sözcüğü metinden çıkarılmış; Meclisin şeriat hükümlerini uygulama görevi kaldırılmıştır. 1934’te yapılan değişiklikle kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmış; seçme yaşı 18’den 21’e çıkarılmıştır. 1937 değişikliği ile de Cumhuriyet Halk Partisinin altı okunu simgeleyen ilkeler anayasaya eklenmiştir. 1945’te anayasanın dili sadeleştirilmiş, 1952’deki değişiklikle ise eski haline getirilmiştir.
1961 Anayasası: Bu Anayasa önceki Anayasalarımıza göre daha ayrıntılı ve uzundur. 1961 Anayasası pek çok açıdan Anayasa Hukuku’muza yenilikler getirmiştir. Bu Anayasa, 1921 ve 1924 Anayasalarından farklı olarak bir başlangıç bölümüne yer vermiş ve bunu esas metinden saymıştır. Anayasa’nın 2. maddesi cumhuriyetin niteliklerini sıralamıştır. Bunlar arasında devletin insan haklarına dayanması, aynı zamanda sosyal bir hukuk devleti olması önceki Anayasalarımızda yer almayan ilkelerdir. 1961 Anayasası, 1924 Anayasasına göre çok daha geniş ve ayrıntılı bir hak ve özgürlükler listesi sunmaktadır. Önceki anayasadan farklı olarak sağlık, sosyal güvenlik, sendikal haklar gibi sosyal ve ekonomik haklar ilk kez bu Anayasa’da yer bulmuştur. Siyasal partiler de bu anayasada “demokratik yaşamın vazgeçilmez unsuru” olarak tanımlanmış ve siyasal partilerin mali denetimleri ile gerektiğinde kapatılmaları görevinin Anayasa Mahkemesi’ne verilmesi gibi bazı yeni düzenlemeler öngörülmüştür. Bu anayasa, hak ve özgürlükleri saymakla yetinmemiş; hak ve özgürlüklerin kullanımının güçleştirilmesi ya da engellenmesini önleyici güvenceler de getirmiştir.
1961 Anayasası ile hak ve özgürlükler alanında Anayasa Hukuku'muza getirilen yenilikler nelerdir?
196ı Anayasası’mn getirdiği bir başka yenilik egemenliğin kullanılmasına ilişkindir. TBMM artık egemenliğin tek ve yegane temsilcisi değildir. Bundan böyle egemenlik, Anayasa ’nm koyduğu esaslara göre “yetkili organlar’’ eliyle kullanılacaktır. TBMM, bu yetkili organlardan yalnızca biridir. Yasama organının kuruluşu açısından bu Anayasa’mn getirdiği yenilik çift meclis sistemidir. TBMM’nin bir kanadı genel oyla seçilen üyelerden oluşan Millet Meclisi; diğer kanadı ise genel oyla işbaşına gelenlerin yanında, tabii senatörlük, atama gibi halk tarafından seçilmemiş üyelerin de yer aldığı Cumhuriyet Senatosudur.
Anayasa’nın yasama-yürütme ilişkileri açısından getirdiği yenilik ise cumhurbaşkanı seçimi ile meclisin seçim döneminin birbirinden ayrılmasıdır. Bir kişi, TBMM tarafından ve TBMM içinden, yedi yıl için, en çok arka arkaya iki kez Cumhurbaşkanı olarak seçilebilir. Ayrıca, Cumhurbaşkanının tarafsızlığını sağlamak amacıyla seçilen kişinin varsa partisiyle ilişiğinin kesileceği ve TBMM üyeliğinin son bulacağı belirtilmiştir. Meclis üyesi olmayanların da bakan olarak atanması bu Anayasa’yla olanaklı hale gelmiştir. Ayrıca gensoru yoluyla hükümetin düşürülmesi zorlaştırıl-mıştır. Milli Güvenlik Kurulu anayasal bir kurum haline getirilmiştir. Anayasa’mn getirdiği bir başka yenilik de TRT ve üniversitelere özerklik tanınmasıdır.
Yukarıda da belirtildiği gibi, hukuk devleti ilkesi ilk kez bu Anayasa’da ifade edilmiştir. Devletin eylem ve işlemlerinin yargı denetimine tâbi tutulmasını gerektiren bu ilke, “idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu’’ biçimindeki hükümle Anayasa’da açıkça düzenlenmiştir. Yargı alanındaki en önemli yeniliklerden biri olan Anayasa Mahkemesi’nin kuruluşu ve yasaların Anayasa’ya uygunluğunu denetleme yetkisinin bu mahkemeye verilmesi de hukuk devleti ilkesinin yaşama geçirilmesi açısından önemlidir. Böylece yalnızca idarenin işlemleri değil, yasalar da yargı denetimi içine sokulmuştur. Seçim yargısının da anayasal güvenceye kavuşturulması hukuk devleti ilkesiyle ilgili bu Anayasa’da yer alan bir diğer önemli yeniliktir. Bundan başka yargıçların altmış beş yaşından önce kendi istekleri dışında emekliye ayrılamamasi; yargıçların özlük işlerine bakmak üzere Yüksek Hakimler Kurulunun kurulması gibi mahkemelerin bağımsızlığı ve
yargıç güvencesine ilişkin düzenlemeler de hukuk devleti ilkesinin gerçekleştirilmesini sağlayan hükümler arasındadır.
1961 Anayasası 1971 ve 1973 yıllarında önemli değişikliklere uğramıştır. Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verilmesi; üniversite özerkliğinin zayıflatılması; TRT’nin özerkliğinin kaldırılması; Devlet Güvenlik Mahkemelerinin oluşturulması; Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin kurulması ve asker kişilerle ilgili eylem ve işlemlerin yargısal denetiminin Danıştaydan alınıp bu mahkemeye verilmesi; sivillerin askeri nitelikte olmayan suçlardan dolayı yargılanmasının olanaklı hale getirilmesi; bütün temel hak ve özgürlükler için geçerli olan genel bir sınırlama maddesi konması; sınırlama nedenlerinin artırılması söz konusu değişikliklere örnek olarak verilebilir.
1982 Anayasası: 12 Eylül 1980’de yönetime el koyan Milli Güvenlik Konseyi (MGK), yeni Anayasa’nın bir kurucu meclis tarafından yapılması ve halkoylaması-na sunularak yürürlüğe girmesine karar vermişti. 1982 Anayasası’nın yapımına ilişkin somut ilk adım, bu Anayasa’yı yapacak Kurucu Meclis’e ilişkin yasanın 29 Haziran 1981’de çıkarılması ile atıldı. Söz konusu Kurucu Meclis Ekim 1981’de çalışmaya başladı. Kurucu Meclis, MGK ve Danışma Meclisi olmak üzere iki kanattan oluşmaktaydı. MGK, Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren başkanlığında kara, hava, deniz kuvvetleri komutanları ile jandarma genel komutanından oluşuyordu. Sivillerden oluşan Danışma Meclisi ise esas olarak MGK tarafından atanmıştı. Danışma Meclisine aday olmak için 12 Eylül 1980’den önce herhangi bir siyasal partinin üyesi olmamak şartı aranıyordu.
Danışma Meclisinde Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı başkanlığında on beş kişilik bir Anayasa Komisyonu kuruldu. Anayasa maddelerinin önce Danışma Meclisinde sonra MGK’de görüşülmesi esası benimsendi. MGK, Danışma Meclisinden gelen metni aynen ya da değiştirerek kabul edecek veya reddedecekti. Danışma Meclisinin ise MGK’nın değiştirdiği bir metin üzerinde böyle bir yetkisi yoktu. Dolayısıyla, Kurucu Meclisin Anayasa yapım sürecinde son sözü söyleyen kanadı MGK idi. Meclisin seçimle oluşturulmamış bu sivil kanadı, Anayasa yapım sürecinde MGK için ön çalışma yapmanın ötesinde bir etkiye sahip değildi.
Danışma Meclisi 23 Eylül 1982’de Anayasa tasarısını tamamladı. MGK, kamuoyuna duyurulan bu tasarı üzerindeki çalışmalarına devam etti. Ne var ki kamuoyu, taslağa son biçimini verecek olan MGK’nın taslak üzerindeki görüşlerini öğrenme olanağı bulamadı. MGK, Anayasa tasarısını 18 Ekim 1982’de kabul etti. Tasarı iki gün sonra Resmî Gazete’de yayımlandı. Anayasa’nın yürürlüğe girmesi için atılacak son adım halkoylamasıydı. Anayasa’nın yapım sürecine toplumun çeşitli kesimlerinin yeterince katılımı söz konusu olmadı. MGK, halkoylamasından önce hangi yönde oy verileceği konusunda telkinde bulunmayı ve metnin eleştirilmesini de yasakladı. Anayasa’nın devlet adına resmen tanıtılması görevini de devlet başkanı ve MGK başkanı Orgeneral Kenan Evren üstlendi. Basının sıkı denetim altında tutulduğu Anayasa yapım sürecinde toplumun başlıca katılım aracı olan siyasal partilerin, dernek ve sendikaların kapatılmış veya faaliyetlerinin askıya alınmış olması, anayasa konusunda kamuoyu oluşturma bakımından örgütlü bir etkinlik gösterme olanağını ortadan kaldırdı. Dolayısıyla Anayasa konusunda farklı görüşlerin kamuoyuyla paylaşılması mümkün olmadı. Anayasa’nın halkoylamasında reddedilmesi durumunda ne olacağına ilişkin bir düzenleme 1981 tarihli Kurucu Meclis Yasası’nda yer almamıştı. Bu da, söz konusu olasılığın gerçekleşmesi durumunda askerî rejimin sürüp gideceği düşüncesini akla getiriyordu.
Sonuçta halk, 1982 Anayasası’na ilişkin ciddi bir tartışma ortamı olmadan, Ana-yasa’yı yapanların tek taraflı propagandasıyla ve halkoylamasında Anayasa’nın reddedilmesi durumunda ne olacağına dair bir belirsizlikle 7 Kasım 1982’de sandık başına gitti. Oylama, seçmenlerin %91,3’ünün katılımıyla gerçekleştirildi. Anayasa vatandaşların %91,4 “evet” oyuyla kabul edilerek yürürlüğe girdi.
1982 Anayasası’nın, genel olarak değerlendiğinde oldukça ayrıntılı bir Anayasa olduğu söylenebilir. Anayasa’nın ayrıntılı olmasının bir nedeni, temel hak ve özgürlüklere ilişkin hükümlerde aşırı sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmasıdır. Bu bağlamda, 1982 Anayasası’nın temel özelliklerinden birine işaret edilebilir: 1982 Anayasası otorite-özgürlük dengesinde otoriteye ağırlık veren bir Anayasa’dır. Bugüne kadar özellikle temel hak ve özgürlüklere ilişkin bölümde kapsamlı birçok değişiklik yapılarak otorite-özgürlük dengesinde özgürlüğün ağırlığı arttırılmış olsa da 1982 Anayasası’nın özgürlükleri ikinci plana iten temel felsefesinin izleri çeşitli hükümlerde hâlâ görülebilmektedir.
Bu genel özellikleri yanında 1982 Anayasası’nın dayandığı temel ilkeler “Cumhuriyetin Nitelikleri” başlığı altında 2. maddede sayılmıştır. Buna göre, “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.”
Atatürk Milliyetçiliğine Bağlı Devlet
İnsan Haklarına Saygılı Devlet
Laik Devlet
Demokratik Devlet
Hukuk Devleti
1982 Anayasası 'na Göre Türkiye Cumhuriyetinin Temel İlkeleri
Sosyal Devlet
Başlangıç ilkeleri, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı:
1982 Anayasası, Başlangıç bölümünü Anayasa metnine dâhil saymakta; 2. madde de başlangıçta belirtilen temel ilkelere atıfta bulunmaktadır. Edebî bir dille yazılmış ve Anayasa koyucunun dünya görüşünü yansıtan Başlangıç bölümünden çıkarılabilecek ulusal egemenlik, kuvvetler ayrılığı, Atatürk milliyetçiliği gibi ilkeler Cumhuriyetin nitelikleri arasında kabul edilmektedir. “Toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde” ifadesinin ise somut bir içeriğe sahip olmadığı için ancak Anayasa’nın diğer maddelerini yorumlamada göz önünde bulundurulabileceği kabul edilmektedir.
Atatürk milliyetçiliğine bağlı devlet: “Atatürk milliyetçiliğine bağlılık” devletin hangi milliyetçilik anlayışına sahip olduğunu göstermektedir. Bu milliyetçilik anlayışının; ırk, dil, din gibi “objektif” (yani somut, elle tutulur, gözle görülür, kişilerin iradesinden bağımsız) unsurlara değil, geçmişte yaşanmış ortak bir mirasa sahip çıkma ve gelecekte de bir arada yaşama istek ve iradesi gibi “subjektif” (yani soyut, elle tutulamayan, gözle görülemeyen ve kişilerin iradesine bağlı) unsurlara dayandığı kabul edilir.
Vatandaşlarının dinsel inançları ve tercihlerine saygılı olan, bütün dinlere ve inançlara eşit mesafede duran ve aynı zamanda kutsal din duygularının kötüye kullanılmasını önleyen devlet, laik devlettir.
Anayasa'ya göre; “Siyasal partiler, demokratik siyasal hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır”.
Bireylerin insan onuruna yaraşır bir hayat seviyesine sahip olmaları için, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi konularda görevler yüklenen devlet, sosyal devlettir.
İnsan haklarına saygılı devlet: 1961 Anayasası’nda “insan haklarına dayanan” şeklindeki bu ibare 1982 Anayasası’nda “insan haklarına saygılı” olarak yer almıştır. İlk bakışta önemli bir fark gibi görünmemekle birlikte, tercih edilen yeni terim 1982 Anayasası’nın, orijinal biçimiyle yukarıda açıkladığımız otorite-özgürlük dengesinde otoriteye ağırlık veren ve özgürlükleri ikinci plana iten genel yaklaşımıyla uyumludur. “İnsan haklarına dayanan devlet” anlayışında, insan hakları devletin varlık nedeni, devletin üzerinde yükseldiği temel olarak karşımıza çıkarken, “insan haklarına saygılı devlet” anlayışında insan hakları, devletin dışında var olan, devletin saygı göstereceği bir alan olarak tanımlanmaktadır.
Laik devlet: Laiklik ilkesi, yalnızca Anayasa’nın 2. maddesinde devletin nitelikleri arasında yer almamakta, aynı zamanda başka Anayasa hükümlerinin de konusunu oluşturmaktadır. Laik devlet, vatandaşlarının dinsel inançları ve tercihlerine saygılı olan, bütün dinlere ve inançlara eşit mesafede duran ve aynı zamanda kutsal din duygularının kötüye kullanılmasını önleyen devlettir. Laikliğin unsurlarından biri olan ve 1982 Anayasası’nda güvence altına alınan din ve vicdan özgürlüğü, herhangi bir dini inancı benimseme ve ibadet etme özgürlüğünü de içerir. Resmî bir devlet dininin olmaması, devlet kuruluşları ile din kurumlarının birbirinden ayrılması, devletin işleyişini ve toplumsal ilişkileri düzenleyen kuralların dinî kurallarına dayanmaması 1982 Anayasası’na göre laiklikten anlaşılabilecek diğer unsurlar olarak sıralanabilir. Devletin resmî bir dininin olmamasının bir başka önemli sonucu da belli bir dinin ya da mezhebin öğretilmesinin zorunlu kılınamamasıdır.
Demokratik devlet: Demokrasilerde siyasal iktidar; halk adına, halk tarafından seçilen ve halka hesap veren yöneticiler tarafından kullanılır. Halkın kendi seçtiği temsilciler aracılığıyla kendi kendini yönetmesini ve gerektiğinde siyasal iktidarın barışçı bir biçimde el değiştirmesini sağlayan en önemli mekanizma seçimlerdir. Bu mekanizmanın gereği gibi işleyebilmesi için seçimlerin “serbest” ve “adil” bir şekilde yapılması gerekir. 1982 Anayasası’nda seçimlere ilişkin yer alan hükümler bu demokratik devletin kalbi sayılan bu mekanizmanın etkin bir biçimde işlemesini güvence altına almaya yöneliktir. Seçimlerin “serbest” ve “adil” olması kadar önemli bir konu, vatandaşlara sandıkta aralarında tercih yapabilecekleri çeşitli alternatiflerin bulunmasıdır. Bu alternatifleri oluşturup bir siyasal program halinde halka sunan ise siyasal partilerdir. Vatandaşların bağımsız olarak siyasete girme imkânları olmakla birlikte, günümüzde siyasal partilerin etkinliği ve önemi göz önüne alınarak, çağdaş demokrasiler “partiler demokrasisi” olarak nitelendirilmektedir. Gerçekten, siyasal partiler sadece iktidara gelmek için yarışan örgütler değildir; aynı zamanda temsil ettikleri grupların menfaatlerinin birleştirilip açıklanması, siyasal kadroların yetiştirilmesi, halkın siyasal konularda eğitilmesi ve bilinçlendirilmesi gibi işlevler de yerine getirmektedirler. İşte bu yüzden; “Siyasal partiler, demokratik siyasal hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır” (Anayasa, m. 68/2).
Sosyal devlet: Sosyal devlet, bireylerin insan onuruna yaraşır bir hayat seviyesine sahip olmaları için, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi konularda devletin piyasa koşullarından bağımsız veya piyasa koşullarına müdahale ederek sosyal ve ekonomik alanda görevler yüklenen devlettir. 1982 Anayasası, sosyal devletin gerçekleştirilmesi amacıyla bireylere tek başlarına veya toplu olarak kullanabilecekleri çeşitli haklar tanımıştır. Bunların bir bölümü çalışma ve emeğin korunmasına ilişkin düzenlemelerden (çalışma hakkı ve ödevi; zorla çalıştırma ve angarya yasağı; ücrette adaletin sağlanması vb.); bir bölümü gelir ve servet farklılıklarının azaltılmasına yönelik hükümlerden (vergi adaleti; özel mülkiyetin kamu yararı amacıyla sınırlanması; sosyal güvenlik; eğitim ve öğretim; sağlık; çevre ve konut hakkı
vb.) oluşmaktadır. Ayrıca sendika, toplu sözleşme ve grev gibi toplu olarak kullanılabilen haklar da Anayasa’mızda düzenlenmiştir. Anayasa 65. maddesinde, “Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikler gözeterek mali kaynakların yeterliliği ölçüsünde yerine getirir.” diyerek devletin bu alandaki sorumluluğunun sınırını da çizmektedir.
Hukuk devleti: Hukuk devletinden söz edebilmek için en başta; genel, soyut, önceden bilinebilir, anlaşılabilir ve nispi olarak istikrarlı kurallardan oluşan bir “hukuk düzeni” mevcut olmalıdır. Ancak bu yetmez; söz konusu hukuk düzeni, yönetilenler, yani vatandaşlar kadar siyasi iktidarı kullanan devlet organlarını, yani yöneticileri de bağlamalıdır. Siyasi iktidarı önüne kattığını sürükleyebilecek, coşkun akan bir nehre benzetecek olursak, bu nehrin taşmasını, çevresine zarar vermesini engellemenin yollarından biri kıyısına setler çekmek, önüne duvarlar örmektir. Bu setler, duvarlar anayasalardır, hukuk kurallarıdır. Bu anlamıyla hukuk devleti ilkesi, yasama, yürütme ve yargı organlarının eylem ve işlemlerinde hukuka uygun davranmaları gerektiğini ve hukuka aykırılık söz konusu olduğunda bu organların yaptırımlarla karşılaşması gerektiğini ifade eder.
Hukuk devleti ilkesi, yasama, yürütme ve yargı organlarının eylem ve işlemlerinde hukuka uygun davranmaları gerektiğini ifade eder. Buna göre, hukuka aykırılık söz konusu olduğunda, söz konusu organların yaptırımlarla karşılaşması gerekir.
KAYNAK: www.puuny.com