İNFAZIN TARİHSEL GELİŞİMİ
İnfazın tarihsel gelişimini, cezanın ve ceza hukukunun tarihsel gelişiminden ayırmak zordur. Nitekim suç teşkil eden eylemlere karşı bir yaptırımın-geniş anlamda cezanın-öngörülmesi tarihin her devrinde rastlanılan bir durum olmasına rağmen, “suç” ve “ceza” kavramları tarihsel süreç içinde, toplumlara, medeniyetlere göre farklı şekillerde anlamlandırılmıştır. Bu bağlamda infaz hukukuyla da ilişkilendirilmesi açısından özellikle “ceza” kavramının geçirdiği evrim üzerinde kısaca durmakta fayda vardır. Zira infaz hukukunun tarihsel gelişimde “ceza” kavramına yüklenilen anlamın ciddi önemi ve etkisi vardır.
Tarihin ilk devirlerinde suç kavramı toplumsal olmaktan bireysel bir içeriğe sahipti ve bu nedenle suç teşkil eden eylemlerin toplumu değil doğrudan bireyi ilgilendirdiği kabul edilmekteydi. Bu nedenle bir suç karşısında belirleyici olan suç mağdurunun öç almasıydı. İlerleyen dönemlerde suç kavramına toplumsal bir içerik yüklenmeye başlanmasıyla suç işleyen bir kişi toplumun düşmanı olarak kabul edilmekteydi. Bunun sonucu olarak da belli bazı cezaların ön plana çıktığı görülmektedir. Bu cezalara; ölüm cezası, sakat bırakma cezası, sürgün cezası, köle yapma cezası ve para cezası gibi cezalar örnek gösterilebilir.
❖ Roma’da ceza hukukunun niteliği krallık dönemi ve imparatorluk döneminde farklılık arz etmektedir. Şöyle ki; Krallık Dönemi’nde ceza hukukunun kamusal niteliğinden çok özel hukuk yönü ağır basmaktaydı. Cumhuriyet Dönemi’nin sonlarına doğru bazı suçlar “kamu suçu’ olarak tanımlanmaya başlamıştır. Örneğin konut dokunulmazlığını bozma, parada sahtecilik, tefecilik, şerefe ve genel adaba karşı suçlar gibi suçlar anılan dönemde ortaya çıkmıştır. İmparatorluk Dönemi’nde ise, ceza hukukunun kamusal niteliği ön plana çıkmıştır (Kunter, 414).
❖ Asurlar’da, Etiler’de, Mısırlılar’da ve Romalılar’da hidematı şakke denilen zorlu iş cezalarına rastlanmaktadır. Yol, köprü, maden ocakları gibi yerlerin tamir ve yapımında hidematı şakke mahkûmları çalıştırılırlardı. Kürek cezasına çarptırılanlar ise “galer’ denilen gemilerde zincirlere bağlı olarak kürek çekmekte kullanılırlardı.
Ortaçağ’da ise toplumsal yapıların oluşturulmasında ve düzenlenmesinde din faktörü belirleyici olduğu için suç teşkil eden eylemlerin belirlenmesi ve bu eylemlere karşılık cezaların öngörülmesinde kilise baskısı ağırlığını hissettirmektedir. Bu dönemde özellikle cezaların, kilise gücünün toplumsal bilinçaltına kazınması amacıyla bedene yönelik şiddet içerikli cezalar olduğu ve infaz aşamalarının törensel bir özelliğinin olduğu söylenebilir. Ortaçağ’ın son dönemlerinde ise kilisenin gücünü yavaş yavaş yitirmeye başlaması ve buna paralel olarak monarşilerin ortaya çıkmasıyla yaşanan otorite değişikliğinin yarattığı veya yaratacağı mevcut ve muhtemel güvenlik zafiyetlerinin önüne geçmek için cezaların infazı, caydırıcılığı arttıracak şekilde halka açık gerçekleştirilmiştir. Bu anlamda bedensel cezalar ve ölüm cezaları yaygın bir şekilde kullanılması 18. yüzyıla devam etmiştir.
Ortaçağ Avrupa’sında suçlunun bedenine yönelik olarak uygulanan başlıca cezalandırma şekilleri şunlardır: “Vücudu ikiye veya dörde bölmek, kör etmek, suçlunun gözlerinin kapaklarını çıkartmak, burun, el, ayak, kulak veya cinsel organları kesmek, tavana dilden asmak, gözleri yakmak, deriyi yüzmek, vücudu parça parça testere ile kesmek, kadınları saçlarından asmak, suçluyu ızgara yapmak, devamlı su içirip vücudun bütün deliklerini kapatmak, elleri ezmek, dağlamak, aç bırakmak, ateşte yakmak, vücuda dinamit koyup patlatmak, pislik ve idrar ile dolu bir fıçıda boğdurmak, parmakları ve tırnakları sıkıştırmak, kazığa oturtmak, başı ezmek, canlı gömmek, yılan dolu kuyuya atmak ve çarmıha germek”.
18. yüzyıldan itibaren, cezalandırmanın temel hedefinde bir eksen değişikliği yaşanmıştır. Başka bir deyişle; cezalandırmada insan unsurunun esas alınması ve toplumsal savunma düşüncesinin öne geçmesi, cezalandırmanın ve infazın amacı olan fiziksel cezalandırmanın yerini ruhsal cezalandırmanın almasına neden olmuştur. Bu dönemde cezalandırma ve infaz alanına ideal ve şeffaf ceza, suçun çekiciliğinin azaltılması, sonu belirli olan ve suçluyu kamunun hizmetine sokan bir tür kölelik biçimindeki ders alınabilir ceza ve açık infaz ilkeleri kazandırılmıştır. Bu yaklaşım bir bakıma cezalandırma düşüncesinde de bir eksen değişikliğine sebebiyet vermiştir. Böylece artık öç alma odaklı bedensel ve şiddete dayalı cezalardan ziyade toplumsal yapıyı da gözeten, ıslah odaklı ve kişi hürriyetine yönelik cezalar ön plana çıkmıştır. Bu süreç şüphesiz ki hürriyeti bağlayıcı cezalarla birlikte bu cezaların infaz edileceği alanların, yani hapishanelerin ortaya çıkışı gelişimiyle doğrudan bağlantılıdır.
16.yy.ın ikinci yarısında cezalandırmada esas alınan amaç konusunda yaşanan değişimle birlikte, özgürlüğün belli bir süreyle sınırlandırıldığı cezalar yavaş yavaş bedene ve yaşama yönelik cezaların yerine geçmeye başladı. Modern özgürlüğü bağlayıcı cezanın temel amaçları, hükümlünün iyileştirilmesi ve bunun gibi topluma yeniden kazandırılması etrafındaki çabalar haline geldi.
Hapishanelerin kuruluş süreci hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Michel Foucault, Hapishanenin Doğuşu (Çev: Mehmet Ali Kılıçbay), Ankara 1992.
Bu çerçevede genel olarak cezaevlerinin gelişiminde üç dönemden söz edilir:
• Ödetme yanında hükümlünün iyileştirme ve yeniden topluma kavuşturulmasının benimsendiği Hollanda Amsterdam hapishanelerinin ortaya çıktığı 16 yy.ın sonlarından Fransız ihtilaline kadar süren dönem.
• Fransız ihtilalinden Birinci Dünya Savaşına kadar devam eden dönem.
• Ceza infaz kuramlarının açılması ve 20 yy.ın ikinci yarısında hükümlülere muamelede asgari esasların hukuken gerçekleştirildiği dönem.
KAYNAK: www.puuny.com