Ahlâk kuralları, görgü kurallarına göre daha yoğun, daha yaygın, tarihsel ve toplumsal temeli daha güçlü olan kurallardır. Görgü kurallarına nazaran daha geniş bir çevreye egemendirler. Bunlar, insanların sadece topluma karşı değil, kendilerine karşı ödevlerini de içerir. Bir toplumun iyi-kötü, olumlu-olumsuz nitelikli değer yargılarına göre şekillenen ve bu bağlamda yapılması veya kaçınılması gereken toplumsal davranış kurallarıdır. Kişilerin hem kendilerine hem de diğer insanlara karşı vazifelerini gösterirler ve düzenlerler. Birer yükümlülük niteliğinde emirler ve yasaklar içerirler.
Görgü kurallarının sosyolojik bir karakteri olmasına karşılık; ahlâk kuralları aynı zamanda, sosyolojik karaktere ek olarak felsefî nitelik de taşırlar. Daha yaygın oldukları gibi, daha da hassastırlar. Bu iki özellik etkinlik farkı yaratır. Toplum hayatında kişiler hem kendilerinin hem başkalarının davranışları hakkında doğru-yanlış, iyi-kötü gibi değer yargılarında bulunurlar. Bazen de bu hususta toplumda yaygın değer yargılarına göre davranırlar. Oysa görgü kurallarında uygun-uygunsuz, zarif-kaba gibi daha sınırlı bir niteleme söz- konusu olur.
İnsan, içinde yer aldığı toplumun değerlerinden kendini tamamen soyutlayamaz. Hangi tür davranışların ahlâki sayıldığını, örneğin namuslu ve dürüst bir insan olarak kabul edilmesi için kendisinden neler beklendiğini bilir. Kötülük ve fenalık yapmaktan kaçınan, iyilik yapmayı ilke edinmiş, saygın ve erdemli bir kişi olarak tanınmak ister. Davranışlarını kendi bilincinde ve nefsinde değerlendireceğini de bilir. Bu husus ahlâkı ikili bir ayrıma götürür: Kişisel veya sübjektif ahlâk-toplumsal veya objektif ahlâk.
Kişisel ahlâk insanın kendi vicdanına karşı vazifelerini gösterir. "Dürüst ol", "kötülüklerden kaçın", "yalan söyleme" tarzındaki emirler bu tür ahlâk kurallarıdır. Toplumsal ahlâk kuralları ise, insanların diğer insanlara karşı ödevlerini içeren; diğer insanlarla ilişkilerinde toplumca onaylanmış, beğenilmiş, iyi ve doğru sayılan türde ilişkiler kurmasını amaçlayan kurallardır; "kimsenin malına ya da canına zarar vermemek", "fakirlere, yaşlılara yardımcı olmak" gibi.
Ahlâk kurallarının görgü kurallarına nazaran daha etkin oluşları, bu kurallara uymayan kişilerin toplumca "ahlâksız" addedilmelerinin "görgüsüz" sayılmaya nazaran daha ağır bir tepki içermesinden de anlaşılır. Ahlâk kurallarının daha yaygın oluşları da onların etkinliğinde rol oynar.
Bir davranışın ahlâka uygunluğu bazen kişisel ve toplumsal ahlâk bakımından çelişkili bir nitelik taşıyabilir. Örneğin, bir yoksula ya da yaşlıya yardımcı olmak toplumsal ahlâka tamamen uygun olmakla birlikte, eğer bu yardım gösteriş amacı ile yapılmışsa kişisel ahlâka aykırıdır.
Toplumsal ahlâk kurallarını hukuk kurallarından soyutlayamayız. Bunu gösterecek biçimde, örneğin Borçlar Kanununun (B.K.) 20. maddesi, konusu ahlâka aykırı sözleşmelerin hükümsüz olduğunu açıkça ifade eder. Örneğin, yalancı şahitlik ya da fuhşa aracılık etme sözleşmeleri, konuları ve amaçları bakımından ahlâka aykırı oldukları için hukukî geçerlilik taşımazlar. Taraflar böyle bir sözleşmeye dayanarak devletten hukukî himaye talebinde bulunamazlar. Bir başka deyişle, "hukuk, ahlâka aykırı bir amaç için gerçekleştirilmiş bir sözleşmenin taraflarını birbirine karşı korumaz". Toplumsal ahlâk kuralını dikkate almak kişiler açısından özünde kişisel bir tercihtir. Ahlâk kurallarına aykırı ya da uygun davranmak aynı zamanda vicdani bir tercihtir.
Bazı hukuk kurallarının kökeninde ahlak kuralları vardır. Ancak bir toplumsal ahlâk kuralı, hukuk kuralına dönüşmüş ise, burada artık bir ahlâk kuralından değil, hukuk kuralından söz etmiş oluruz. Ahlâk kuralı kökenli hukuk kurallarına çok sayıda örnek verilebilir. Yalancı şahitlik, ahlâka aykırı bir davranış olduğu gibi, aynı zamanda ceza kanuna göre suç da oluşturmaktadır. Yoksula yardım etmek de ahlâki bir davranış kuralıdır. Bu yüzden, hiç kimse çevresindeki yoksullara yardım etmeye zorlanamaz. Ancak, Medeni Kanun (MK) 364. maddesi gereğince; bir kimse yardım etmediği takdirde yoksul duruma düşecek olan annesine ve babasına, büyükannesine ve büyükbabasına; çocuklarına ve torunlarına; erkek ve kız kardeşlerine yardım etmekle yükümlüdür. Bu kurallar sadece ahlâk kuralı olarak kalsaydı bunlara aykırı davranmak iyi ve doğru bir davranış göstermemek olurdu. Hukuk kuralı halini aldığında ise, aykırılık manevi anlamı aşar ve maddi bir içeriğe sahip olan hukuka aykırılık haline gelir. Ahlak kurallarının hukuk kuralları üzerindeki genel etkisine MK'un daha başlangıcında (2.maddesinde)işaret edilmektedir: Dürüst davranmak bir yanda ahlaki bir davranış iken, diğer yandan da gerek haklarını kullanırken gerekse borçlarını yerine getirirken herkesin uymakla mükellef olduğu bir hukuk kuralı olarak önemle vurgulanmaktadır
Hukuk kuralları ile ahlâk kuralları karşılaştırıldığında şunlar söylenebilir: Ahlâk kuralları kişinin kendi nefsine ilişkin ödevlerini de kapsadığı halde; hukuk kuralları diğer insanları etkilemeyen davranışlarla ilgilenmez. Kişinin davranışı dış dünyaya yansımadığı ve bir hukuk normunu ihlal eder niteliğe bürünmediği takdirde hukuk bunu asla dikkate almaz.
Örneğin, hırsızlık ve yalan söylemek ahlâka aykırıdır. Bir kişinin hırsızlık yapmayı düşünmesi hukuk düzenini ilgilendirmez. Ancak, hırsızlık yapması veya teşebbüs etmesi dış dünyaya yansıyan fiiller oldukları için hukuku ilgilendirir. Aynı şekilde, birbirini çok seven iki kişinin birbirlerine abartılı ve yalan olduğu besbelli biçimde hitap ve iltifat etmeleri olsa olsa bir hazza ve tebessüme yol açar; hukuku ilgilendirmez. Ancak, bir duruşmada örneğin tanık sıfatı bulunan bir kişinin yalan söylemesi ya da gerçeği gizlemesi suçtur.
Ahlâk kurallarının emir, yasak gibi yükümlülükler getirmesine karşın, hukuk kuralları kişilere bunların yanında haklar ve yetkiler de tanır; alacağını dava edebilmek, hukukî korunma isteyebilmek gibi. "Hukuk ve ahlâk öncelikle insan ve insan davranışlarına yönelmiş olma açısından aynı düzlemde bulunmaktadırlar". Ahlâk "iyinin" hukuk ise "adaletin" gerçekleşmesini sağlamaya çalışır. Ahlâk, örneğin "dürüst yaşama" gibi bir durumu kavradığı halde; hukuk örneğin " başkasına zarar vermeme" gibi bir yükümlülük belirticidir. Ahlâk bakımından esas olan kişinin iç dünyasıdır, sorumluluğu da vicdanına karşıdır. Oysa hukuk kurallarında genellik egemen form olduğu gibi, sorumluluk da topluma karşıdır.
Bir davranış biçimi toplum hayatı için ne kadar gerekli görülürse görülsün; salt bir ahlâki norm halinde kalması halinde, ona uyulmaması hukuk düzenini harekete geçirmez. Hukuk düzeni içine alınmadıkları sürece ahlâki kurallara uymaları yönünde kişileri zorlayıcı bir hukukî yaptırım yoktur. Zira bunların yaptırımı manevidir; kişiye vicdani bir rahatsızlık verebilir, kuralı koyan toplumu rahatsız edebilir ve bazı olumsuz nitelemeleriyle karşılaştırabilir. Oysa hukuk kurallarının yaptırımı -evvelce ifade ettiğimiz üzere- bundan farklıdır.
Hukuk kuralları çok büyük ölçüde yazılıdır. Buna karşılık ahlâk kuralları büyük ölçüde yazısız olup, sistematik de değildir. Ancak, ahlâk kuralları sübjektif ve kişinin kendi nefsine yönelik yükümlülüklerine de yer verdikleri için hukuk kurallarından daha kapsamlıdır.
Ahlâk kurallarının konulması anlamında "kabul" kişisel bir nitelik taşır. Dolayısıyla ister kişisel ister toplumsal nitelik taşısın, bir ahlâk kuralını kişi kendi kararı ile kabullenir, içselleştirir. Oysa hukuk kuralları, birey olarak kişinin iradesine (kararına) göre oluşmaz, kabullenilmez. Bu kurallar tekil kişinin dışında olan bir yetkili iradenin ürünüdürler. Bununla birlikte, unutmamak gerekir ki, biraz evvel Borçlar Kanununa göndermede bulunarak belirttiğimiz üzere ahlâk, geniş ve genel anlamıyla bir hukuk kaynağıdır.