13 Şubat 2014 Perşembe

Bireysel Haklar ve Kapitalizm

Kapitalizmin tarihinde söylemle gerçeğin birbirini sürekli dışlaması olağan bir durumdur. Bu durumun sürekli bir hal alması, gerçekliğin üstünün örtülmesini sağladığı için, sistem ve dolayısıyla egemenler açısından çok işlevseldir. Kapitalizmin tüm kurumsal yapısının, George Orwell’ın 1984’ündeki gibi kendi varlığını koruması ve yeniden üretmesi için bu araçları kullanması gerekliliği kaçınılmaz bir durum olarak gözümüzün önünde duruyor. ABD ve onun çevresinde kümelenmiş, küresel hegemonyalarını sağlamlaştırmak isteyen iktidarların gerek kendi aralarındaki çıkar çatışmaları, gerekse de onun karşısına dikilmeye çalışan ve henüz kendi ideolojik bulanıklığını aşamamış dünya çapındaki toplumsal muhalefet kesimlerinin belli belirsiz karşı çıkışları, dünya sisteminin geleceğinde, bizleri nelerin beklediğine karar verecek olan özneleri netleştiriyorlar. Neoliberal söylem ve yarattığı ideolojik bulanıklık, derinleşen çelişkileri sistemin tepesindekiler lehine hafifletme işlevi görüyor. Bu bağlamda yeni-sömürgeciliğin çağımızda en çok kullandığı insan hakları, bireysel özgürlükler, demokrasi gibi kavramları da yeniden tanımlamak ve kapitalist dünya sistemi içerisinde ne anlam ifade ettiklerini sorgulamak gerekiyor.
 
 Bireysel Haklar ve Mülksüzleştirme

Birçoğumuzun takip ettiği gibi ABD’nin Irak’a müdahalesi öncesinde en çok üstünde durduğu kavramlardan birisi de bireysel haklardı. Birçok emperyal güç odağı da petrol veya diğer önemli enerji havzalarına hakim olmak için benzeri birçok kavramı kullanıyor. Esas olarak bireysel haklar söylem bazında bireye geniş haklar tanır. Ama liberal söylemin doğası gereği bireyin bu hakları kullanıp kullanmadığı kimseyi ilgilendirmez. Zira bireyin bu haklarını kullanmama hakkı da vardır. İşte bu yüzden bireyler bu haklarını kullan(a)madıkları vakit bu konu bu çevreler için araştırma dışı bırakılır veya demokrasi kültürünün yokluğuna vb. bağlanır. Eğer bireyin bu hakkı kullan(a)mamasını koşullandıran süreç “devlet” ise, devletin üstüne gidilir. Fakat bu haklar bizzat kapitalist dünya sistemin kendi içsel çelişkileri tarafından kısıtlanıyor ise durum bu sefer yok sayılır. Çünkü bu çevrelere göre kapitalizm “özgürlük” ve “doğal hukuk” temelinde algılanmalıdır.
 

Bireysel hakların içinde tarif edebileceğimiz mülkiyet “özgürlüğü” (üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet) bu bağlamda incelenmeye en layık olanıdır. Çünkü sürecin dünya inde mülksüzleştirmeye doğru evrilmesi ve bunun da tarihsel olarak neredeyse 500 yıldır ortada olması elimizdeki veri durumdur. Çevre ülkelerde süreç biraz daha yavaş işlese de özellikle küreselleşme sürecinin son 20 yıllık dönemi, mülksüzleşmenin de hızlandığı bir dönemdir. Kapitalist işletmelerin çevre ülkelerde de gitgide yoğunlaşması ve sermayenin dünya inde merkezileşmesi olarak işleyen süreç, dünya insanlığının ini bu sermeyeye bağımlı olarak yaşamını sürdürmeye çalışan ücretli işçiler ve yoğun bir şekilde artan işsizler ordusu haline getiriyor. Bu bağlamda çevre ülkelerde zaten sınai üretim araçlarından uzaklaşmış olan bireyler, üstüne üstlük bir de tarımda artan kapitalizasyon süreciyle birlikte ellerindeki bir karış topraklarından da oluyorlar.
 

Bu mülksüzleştirme süreci bugünlerde tüm çevre ülkelerde hızlanmakla birlikte Sahra Altı Afrika’da daha çarpıcı bir hal almakta. Birleşmiş Milletler’e göre 33 Sahra Altı devletinin 26’sı 1998 yılı itibariyle liberal rejimlere sahipti. Bölgede IMF ve Dünya Bankası eliyle sürekli baskılanan liberal politikaların sonuçları da ortada. Michael Watts, Monthly Review Eylül 2006 sayısındaki “Empire of Oil: Capitalist Dispossession and the Scramble for Africa” başlıklı makalesinde Afrika kent nüfusunun yüzde 10’lara varan artışından ve yüzde 2 ile 5 arasındaki ekonomik daralmalarından bahsediyor (1). Ayrıca Nijerya’daki kent yoksulluğunun 1980 ile 1990’ların ortası arasında neredeyse üç katına çıktığını belirtiyor. olarak Sahra Altı Afrika için bütünüyle geçerli bir süreçten bahsediliyor.

Irak’a da demokrasinin ve bireysel hakların uğramaması ve ayrıca da dünya’da meydana gelen şirket evliliklerinin yüzde 90’ına yakınının madencilik ve enerji sektörlerinde gerçekleşmesi tesadüf olmasa gerek.
 
 Kapitalizmle Yüzleşmek

Açık olan şudur ki kapitalizm bizzat sistem olarak bireylerin özgürlük alanını daraltıcı bir eğilimle genişliyor. Bireyin özgürlük alanının siyasal olanın dışına çıkamaması ve iktisadi kaderinin zaten piyasanın görünmez güçlerine terkedilmesi özgürlüğün daha farklı bir biçimde tartışılmasını gerektiriyor. Özgürlük bir koşul sorunudur. Bu bağlamda bahsi geçen mülkiyet “özgürlüğü” ile mülküzleştirme süreci çok iyi bir örnek oluşturuyor. Kapitalizmin koşullandırdığı mülksüzleştirme süreci devam ettiği sürece böyle bir özgürlükten bahsetmek abestle iştigaldir. Asıl özgürlük bireyler arasındaki tahakküm ilişkilerinin ortadan kalkmasıyla ve toplumsal ilişkilerin buna göre yeniden biçimlenmesiyle olabilir. Tarihsel-toplumsal ve hatta coğrafi koşullar hesaba katılmadan tartışılan bir özgürlük olamaz. Tarihsel kapitalizm, bize bunu fazlasıyla kanıtlamıştır.
 
 
 1) Makale Monthly Review’ın türkçe baskısının Ekim sayısında da “Petrol İmparatorluğu: Kapitalist Mülksüzleştirme ve Afrika İçin Dalaş” başlığıyla mevcuttur.[/b]      

 

KAYNAK: www.puuny.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder