Ceza yargılaması sırasında, hüküm vermek amacıyla başvurulan koruma tedbirleri ve bu çerçevede tutuklama, niteliği gereği kişi hak ve özgürlüklerine müdahaleyi gerektirir. Bir ceza yargılamasında kişi hak ve özgürlükleri Anayasanın 19. maddesinin 2. fıkrası gereğince sınırlanabilir. Ancak elbette bu sınırlama da, “ölçülülük (oranlılık) ilkesi” ile sınırlanmıştır. Bu ilkeye göre, kişi hak ve özgürlüklerine yönelecek sınırlamalar elverişli, gerekli ve oranlı olmalıdır. Hak ve özgürlüklere daha az müdahale içeren bir tedbirle aynı amaca ulaşılabilecek ise bu tedbirle yetinmek ve daha ağır bir tedbire başvurmamak gerekir. Orantılılık ilkesi, failin eyleminin ağırlığı ile başvurulacak önlemin ağırlığı arasında bir denge kurulmasını ifade eder.
CMK’nın 109 vd. maddelerinde tutuklamada oranlılık ilkesinin bir gereği ve tutuklama tedbirinin ölçülülük ilkesi çerçevesinde (CMK m. 100/f) uygulanabilmesini sağlamak amacıyla, bu tedbire alternatif olarak adlî kontrol kurumuna yer verilmiştir. Bu hükme göre hâkim, ölçülülük ilkesi gereğince tutuklama koruma tedbirinden önce, adlî kontrole ilişkin koruma tedbirlerini dikkate almak ve uygulamak zorundadır. Böylece hâkimi tutuklama ile serbest bırakma arasında bir seçime zorlamamak amaçlanmıştır. Adlî kontrol altına alma tedbiri, tutuklamaya göre kişi özgürlüğünü daha az kısıtladığı ve sanığı tutuklamadan muhakemenin yapılabilmesini sağladığı için CMK’da bu tedbire yer verilmesi son derece isabetli olmuştur.
CMK’da yer alan adlî kontrolün amacı, tutuklama koruma tedbirinin amacı ile aynı olup, “şüpheli veya sanığın kaçmasını ve delilleri karartmasını önleyerek muhakemenin sağlıklı bir şekilde
yapılabilmesini sağlamak ve muhakeme sonunda verilecek kararın infazını mümkün kılmak”ür. CMK’da düzenlenen adlî kontrol, tutuklamanın infazını erteleyen bir tedbir değil, şartları gerçekleştiğinde, tutuklamaya alternatif olarak sunulan bir tedbirdir. Bu düzenleme ile tutuklamaya ancak istisnai hallerde başvurulabilecek bir tedbir olma özelliği kazandırılmıştır.
Uygulama Koşulu
Adlî kontrol kurumunun uygulama uygulanması için CMK m. 100’de belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı bulunmalıdır.
Bunlar;
• Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların varlığının bulunması,
• Şüpheli veya sanığın davranışlarının;
• Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
• Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunması hususunda kuvvetli şüphe oluşturması,
• CMK m.100/3’te sayılan bazı suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı.
Konuyla ilgili olarak yukarıdaki açıklamalara bakılmalıdır.
CMK m. 109/2’ye göre, tutuklama yasağı olan hallerde de, adlî kontrol tedbirinin uygulanması mümkündür. CMK m. 112’de ise adlî kontrol tedbiri kapsamında tabi olunan yükümlülüklerin bilerek yerine getirilmemesi halinde hükmedilecek hapis cezasının süresine bakılmaksızın tutuklama kararının verilebileceği öngörülmektedir. Bu durum bir çelişkiyi ortaya çıkarmaktadır. Çünkü kanunda önce üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklamanın haksızlığa neden olacağı kabul edilirken, 112. madde ile bu suçlar bakımından tutuklama kararı verilebilmesini mümkün kılmıştır.
Öte yandan konuya ilişkin düzenlemelerden adlî kontrol tedbirine sadece soruşturma evresinde başvurulabileceği sonucuna ulaşılmaktadır. Gerçekten m. 109/1’e göre “... bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir”. Yine m. 109/3’e göre “Adlî kontrol, şüphelinin ...yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir”. Bununla birlikte m.110/2’ye göre “109’uncu madde ile bu madde hükümleri, gerekli görüldüğünde, görevli ve yetkili diğer yargı mercileri tarafından da, kovuşturma evresinin her aşamasında uygulanır”.
O halde kovuşturma evresinde hâkim oranlılık ilkesi çerçevesinde, yasanın deyimiyle “gerekli gördüğünde” sanığı adlî kontrol altına alabilir.
CMK m.109’da oranlılık ilkesinden açıkça söz edilmese de “...şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir” şeklindeki ifade esasen oranlılık ilkesini ifade etmektedir. Böylece adlî kontrol altına alma, tutuklama yerine uygulanacak alternatif bir tedbir olarak kabul edilmiş olmaktadır. O halde tutuklama ile elde edilmek istenen amaca adlî kontrol tedbiri ile ulaşılabilecekse adlî kontrol tedbiri tercih edilebilir.
Bununla birlikte adlî kontrol içerisinde yer alan bazı tedbirlerin, tutuklama ile ulaşılacak amaca nasıl hizmet edecekleri anlaşılmamaktadır. Örneğin, kişinin sürücü belgesine geçici olarak el konulması (CMK m. 109/3-d) onun kaçmasını (CMK m. 100/2-a) veya delil araçlarını karartmasını ya da kişiler üzerinde baskı uygulamasını (CMK m. 100/2-b) uygulamaya elverişli değildir. Öyleyse, CMK m. 109/3’te yer alan ve tutuklama sebeplerine bağlı olarak uygulanması öngörüldüğü halde, tutuklama tedbiriyle ulaşılmak istenen amaçlarla ilgisi bulunmayan tedbirler (CMK m. 109/3-d, e, g ve i) başka bir başlık altında düzenlenmelidir.
KAYNAK: www.puuny.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder