Resosyalizasyon, yani faili yeniden topluma kazandırma düşüncesi, 1960’lı yıllarda ABD’den Avrupa’ya gelmiş ve oradan tüm dünyaya yayılarak fail eğilimli bir ceza hukuku yaratmıştır. Gerçekten 1969-1975 yılları arasında ceza hukukunda reform çalışmalarının üç alanda toplandığı görülür:
• Yeniden topluma kazandırma (Resosyalizasyon),
• Suç olmaktan çıkarma (Entkriminalizasyon) ve
• İnsanileştirme.
Yeniden topluma kazandırma, hükümlünün gelecekte, sosyal sorumluluk sahibi, suç işlemeden bir yaşam sürdürecek yetenek kazanması amacını güden infaz kurumunda gösterilen çabalar şeklinde tanımlanabilir. Yeniden topluma kazandırma terimi yerine zaman zaman tretman, iyileştirme ya da rehabilitasyon terimleri de kullanılmaktadır.
Aydınlanma dönemine gelene kadar hükümlüler, “kötü ve şeytan” olarak değerlendirilmekteydi. Aydınlanma döneminde suçlunun da insan yüzü keşfedilmiş, bireyin akılcı ve hareketlerini kontrol edebilen bir varlık olarak görülme eğilimi güçlenmeye başlanmıştır. Bu suretle suçluların da, suç işlemeyenler gibi kurallara uyan bireyler olmaları yönünde tedavi edilmeleri gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Buna göre, hükümlülerin sosyal olumsuzlukları olsa da kanuna uygun davranabilme ihtimalleri her zaman vardır ve dolayısıyla bu kişiler “iyileştirilmek” üzere tedavi edilmelidir. Bu nedenle 1800’lü yıllardan itibaren suçluların sıkı bir disiplin, eğitim, çalışma ve dini eğitim ile tedavi edilebileceği düşüncesi gelişmiştir. Bu düşüncenin bir sonucu olarak hükümlülere, cezaevinde, cezaevi dışındaki bozuk düzene kapılmayacak ahlaki değerlerin verilmesi gerektiği kabul edilmiştir. O halde artık cezaevlerinin suçluları cezalandırmak yanında, onları rehabilite etme görevi de ortaya çıkmıştır. O halde ahlaklı olmaya teşvik, eğitim, iyileştirme şeklinde ortaya çıkan yeniden topluma kazandırma düşüncesinin çok da yeni bir kurum olmadığı ifade edilmelidir.
Bununla birlikte bugünkü anlamda yeniden topluma kazandırma düşüncesinin aslında toplumsal savunma hareketinin bir sonucu olduğu söylenmelidir. Gerçekten toplumsal savunma düşüncesinin cezadan beklediği, suçluyu ıslah edebilmek (özel önleme) ve yeniden topluma kazandırmaktır. Toplumsal savunma düşüncesi, cezanın amaçları bakımından özel önlemeye özel bir önem verir ve hareket noktası olarak sorumluluk duygusunu esas alır. Yeniden topluma kazandırma programlarının uygulanmasıyla hükümlüde suçlu davranışa yol açan sorumluluk duygusu eksikliğinin giderilmesi amaçlanır.
Yeniden topluma kazandırmada infazın amacı, infazın diğer amaçla¬rından farklı olarak, fiilden ve cezanın uzunluğundan bağımsız olarak tüm hükümlüler için geçerli olmasıdır. Nitekim yeniden topluma kazandırma programları ömür boyu hapis cezasına hükümlü olanlar için de geçerlidir.
Yeniden topluma kazandırmada temel amaç, suç işleyerek kanunu ihlal eden suçluyu kanuna saygılı birey haline dönüştürmektir. Bu düşüncenin temelini, tıp bilimi ve insancıllık (hümanizma) öğretisi oluşturmaktadır. Düşünce iki temel modele dayanır: Tıbbi model, insanların kendilerini kontrol etmede başarısız ve devletin yardımına ihtiyacı olduğu varsayımından hareket eder. Buna karşılık etkileşimci model (ya da görüş), cezaevinde olan ile olmayan arasında çok önemli farklar bulunmadığını ileri sürmekte, suçun toplumun her kesiminde görüldüğünü ve suçluyu topluma yeniden kazandırma düşüncesi üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu suretle söz konusu model cezaevinde çalışmaya, mesleki eğitim vb. programlara ağırlık vermektedir. Bu çerçevede cezaevinde yeniden topluma kazandırma faaliyetleri arasında en yaygın görülen faaliyetlerin terapi ve danışma, eğitim-öğretim programları ve meslek ve iş kazandırma projeleri olduğu söylenmelidir.
Ancak yeniden topluma kazandırmada dikkat edilmesi gereken husus, uygulanacak programın hükümlüyü insan onuruna aykırı bir şekilde bir obje haline getiren ve katlanmak zorunda kalacağı bazı davranışlara yönlendirmeye dönüşmemesidir. Hükümlünün katılımcı rolü ön planda olmalıdır. Böyle bir programda bireyselleştirmeye önem verilmeli, hükümlünün yeniden suç işlemesini önlemeye yönelik olarak üretken olması teşvik edilerek cezaevinin doğal olmayan, hükümlüyü normal yaşamdan uzaklaştıran ruhsal ve bedensel etkilerinden uzak tutulmasına çalışılmalıdır. Hükümlü cezaevinde insan olma ruh ve kimliğinden koparılmamalıdır.
KAYNAK: www.puuny.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder