1 Eylül 2015 Salı

Ceza Hukukunda Sosyal Devlet İlkesi

Sosyal Devlet İlkesi
1982 Anayasası, Türkiye Cumhuriyeti’nin “sosyal bir devlet” olduğunu ifade etmektedir. Sosyal devlet olmak, devlete görev ve ödevler verir. Bu da sosyal adalet ve sosyal güvenliğin sağlanması olarak karşımıza çıkar. Sosyal adalet, kişiler arasında sosyal eşitliğin sağlanması iken; sosyal güvenlik, herkesi sosyal ve ekonomik baskılardan korumak ve/veya kurtarmak şeklinde karşımıza çıkar. Nitekim Anayasa Mahkemesine göre, sosyal adalet, “insanlık haysiyetine yaraşır bir hayat seviyesi”, “insanca yaşama”dır. Bu bağlamda, sosyal devlet özgürlüklerin gerçekleşmesi için maddi ve manevi olanakları kendi güvencesine alan devlettir. Anayasanın deyimiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “temel amaç ve görevleri... kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır” (Anayasa m.5). Öte yandan, yine Anayasa, sosyal devlet olmanın diğer bir gereğini düzenlemektedir: “Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet bu güvenliği sağlayacak tedbirleri alır...” (Anayasa m.60).
Toplumsal düzenin sağlanması için devlet otoritesinin (gücünün) kullanımı, sosyal adalet anlamında mümkün olabilir. Sosyal adalet, toplumun tüm bireyleri için ihtilaf halindeki menfaatlerin ortadan kaldırılması ve katlanılır yaşam koşullarının sağlanması vasıtasıyla gerçekleştirilir. Bu ise, sosyal hukuk devleti içinde devletin alacağı tedbirlerle, özelikle yasakoyucu, yani aynı zamanda ceza kanun koyucusu tarafından gerçekleştirilmelidir. Bu bağlamda, devlete ait ceza vermek yetkisinin kullanılması nedeniyle, hükümlünün infaz sırasında yasal taleplerinin yerine getirilmesi esnasında karşılaşabileceği olası engelleri kaldırmak, hiçbir engelle karşılaşmaması için gereken hukuksal koşulları yaratmak ve garanti altına almak yasakoyucuya ait bir görev olmalıdır. Yine bu anlamda, eşitlik ilkesi, hükümlünün talepleri bakımından da geçerlidir.
Ceza hukukunun amaçlarının, devletin yönetim şekline de paralel olduğu unutulmamalıdır. Bir hukuk devletinde, öcalma amacından söz edilemez. Devlet anlayışı, otoriter olmaktan ne denli uzaklaşmışsa, devletin cezalandırma anlayışı da o derece insancıl olmuştur. Anayasamızda da belirtildiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti sadece bir hukuk devleti, sadece sosyal hukuk devleti değil, demokratik sosyal hukuk devletidir. İşte demokrasi, devletleşme kademesindeki son aşamayı belirtir. Bu demokrasi, özgürlükçü demokrasidir. Böyle bir devlette, devlet otorite ve ağırlık merkezi olma özelliğini yitirmiş, özgürlük ve güvenlik arasında arabulucu olmuştur. Bu devletin infaz hukuku için de böyledir.
Nihayet sosyal devlet cezaevindeki hükümlüye kendi özel bakımını mümkün kılacak yardımı, sosyal bakım ve özeni garanti etmelidir. Bu anlamda sosyal hukuk devleti gücü ölçüsünde hükümlüye insan onuruna yaraşır olanakları sağlamalıdır.

 

KAYNAK: www.puuny.com

Ceza Hukukunda Eşitlik İlkesi

Eşitlik İlkesi
Ceza hukuku çerçevesinde özgürlüğü kısıtlanan hiç kimse bundan dolayı ayrımcılığa tabi tutulamaz.
Eşitliğin sağlanması, adaletin bir gereğidir. Gerçekten ceza adaleti değişik türdeki adalet kavramlarının bir bileşkesi şeklinde ortaya çıkmalıdır. Herkese eşit olanın verilmesi denkleştirici adaleti ifade etmektedir ki, burada hiçbir ayrım gözetilmeksizin herkes eşit işleme tabi tutulur. Buna göre genç-yaşlı, zengin-fakir, zenci-beyaz, Türk-Alman herkes aynı ceza hukuku kuralına tabidir; bu objektif adalettir.
Anayasa m. 10 “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir... Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar” demek suretiyle bu hususu dile getirmiştir.
CGTİHK m.2/1 eşitlik ilkesini “Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin kurallar hükümlülerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefî inanç, millî veya sosyal köken ve siyasî veya diğer fikir yahut düşünceleri ile ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumları yönünden ayırım yapılmaksızın ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanır” şeklinde ifade etmiştir.
Bununla birlikte hükme esas suç tipine dayalı bir infaz rejiminin benimsenmiş olmasının eşitlik ilkesiyle bağdaşabilirliği tartışmalıdır. Getirilen farklılık yaratan hükümler geçici olmalı, ceza ile iç içe olan üzüntü ve kederin etkisini artırmamalıdır.
Öte yandan CGTİHK m.110’un bazı özel infaz şekillerini yetişkin olmakla birlikte sadece kadın ve yaşlı hükümlüler bakımından kabul etmiş bulunmasının eşitlik ilkesine uygun olup olmadığı tartışılabilir.

❖ Mahpusların İyileştirilmesi İçin Birleşmiş Milletler Minimum Standart Kurallar, Bölüm 1/Temel İlke-6.1:
Aşağıdaki kurallar tarafsız olarak uygulanır. Irk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal yada başka bir düşünce ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğum ya da başka statü gerekçesiyle ayrım gözetilemez.
❖   Avrupa Konseyi Ömür Boyu Hapis ve Diğer Uzun Süreli Cezalara Mahkum Olanların Cezaevi İdaresince Yönetimi Hakkında R (2003) 23 Sayılı Tavsiye Kararı, Madde 7:
Ömür boyu hapis ve uzun süreli mahkumlar arasında yalnıza cezaları nedeniyle ayrım yapılmamalıdır.

 

KAYNAK: www.puuny.com