27 Ağustos 2015 Perşembe

Ahlak Kurallar

Ahlak Kurallar
İnsan akıl sahibi bir varlıktır ve şüphesiz akıl sahibi olmak, onu diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliktir. İnsan, aklı sayesinde nesneleri ve olguları seyretmekle kalmaz, onları karşılaştırır, birbirleriyle bağlantılandırır. İnsan yine aklı sayesinde karşılaştırma ve bağlantılandırmanın yanında projeler yapar, bu projelere uygun
araçlar tasarlar. Doğa yasalarından tamamen bağımsızlaşamasa da kendini tümden doğanın akışına bırakmaz, doğayı değiştirmeye çalışır.
Filozoflar öteden beri, insan aklının iki yönünü birbirinden ayırmıştır. Bunların birincisi teorik akıl olarak isimlendirilir ve nesne ve olguları seyretmeye, karşılaştırmaya ve bağlantılandırmaya karşılık gelir. Teorik akıl, nesneler ve olgular üzerine düşünür. Neye inanılması gerektiğine karar verir.
Pratik akıl, ne yapılması gerektiğine karar verir. Pratik akıl, amaçlar ve hedefler koyar, projeler üretir, bu amaç ve hedeflere nasıl ulaşılacağını belirler. Dolayısıyla pratik akıl, eylemleri yönlendirir. İnsanın her eylemi öncesinde pratik akıl devreye girer ve kişi farkında olsun olmasın ‘Şimdi ne yapmalıyım?’ sorusuna verdiği yanıta göre eylemde bulunur. Ne yapılması gerektiğine karar verilecek durum, bazen pratik aklın salt araçsal kullanımını gerektirir. Yani ortada belli bir hedef vardır ve bu hedefin gerçekleşmesi için hangi eylemin yapılması gerektiğine karar verilecektir. Söz gelimi, bir elmayı ikiye bölmek için yumrukla vurmak, makasla kesmek veya bıçakla kesmek arasında yapılacak tercih, salt araçsal akıl vasıtasıyla belirlenir. Ancak pratik akıl, nasıl davranılması gerektiğine ilişkin olarak farklı bir türde daha işler. Buna pratik aklın ahlaki yönü diyebiliriz. Bu yönüyle pratik akıl, değerler ve normlar türetir. Eylemleri bu değerler ve normlar çerçevesinde yönlendirir.
‘fiimdi ne yapmalıyım?’ veya ‘Hangi eylemde bulunmalıyım?’ sorularının cevabının, değer yüklenmiş normlar vasıtasıyla cevaplanması sonucu, ahlaki yargılar ortaya çıkar. Ahlaki yargılar, belli bir durumda nasıl davranmamız gerektiğini söylerken bunu, kendine has bir ‘iyi’ anlayışı çerçevesinde temellendirir. Ahlaki yargılar, yani ahlak ilke ve kuralları, bize iyiyi gerçekleştirmek için hangi ilkeleri veya kuralları izlememiz gerektiğini söyler.
Ahlak sözcüğünün betimsel ve normatif anlam taşıyan iki kullanımı vardır. Birincisi, özellikle toplum veya gruplarla ilgili olduğunda, var olan davranış kurallarına gönderme yapar. Bir toplumun ahlakından bahsederken uyulması gereken kurallardan değil, uyulmakta olan kurallardan bahsederiz. Bu nedenle böyle bir kullanım, tasvir etme işlevine sahip olmak anlamında betimseldir. İkincisinde ise uyulması gereken kurallar düşüncesi vardır. Bu anlamıyla ahlak, insanlara uyma talebinde bulunmak anlamında kullanılır, dolayısıyla da normatiftir.
Normatif anlamda ahlak, uyulması gereken davranış kuralları anlamına gelir. Bir eylemin ahlaka uygun olmasıyla ahlak kurallarına uygun olmasını kastederiz. Ancak ahlaki olmak, sadece kurala uygun olmakla açıklanmaz. Ahlaka uygun eylem doğru, uygun olmayan ise yanlış olarak nitelenmiş olurken aynı zamanda, ahlaki eylemin iyiye yöneldiğini, ahlaka aykırı eylemin de kötüye yöneldiği söylemiş oluruz. Dolayısıyla ahlak kuralları, iyiye yönelmiş eylemi talep eden kurallardır. Ahlaki nitelemenin bu özelliği, ahlak kurallarını diğer davranış kurallarından ayıran en önemli yönüdür.
Buraya kadar yaptığımız tartışmadan, ahlakın değer yargıları içeren, iyiye yönelmiş davranış kuralları olarak belirlenebileceği sonucuna varmak mümkün. Ancak hâlen açıklığa kavuşturulması gereken bir nokta bulunuyor: Kuralların kaynağı veya koyucusu sorunu.
Öncelikle ahlakın doğadan ve olgudan kaynaklanmadığını söylemeliyiz. Ahlak beşerîdir. İnsan ürünüdür. Doğada ahlak olmaz; doğanın ahlakı olmaz. Doğanın yasaları vardır. Olgular bizatihi değer yaratmaz. Yaşlı bir insanın varlığı, kendisine yardım edilmesini ‘doğal’ olarak gerektirmez. Karnını doyurmak için sürekli başkalarını öldüren bir aslan, ahlaksız değildir.
Teorik akıl: Aklın, nesne ve olgular hakkında neye inanılması gerektiğiyle ilgili yapılan düşünmeyi gerçekleştiren yönü.
Pratik akıl: Aklın eylemle ilgili düşünmeyi gerçekleştiren, ne yapılması gerektiğine karar veren yönü.
Normatif ahlak: Uyulması gereken davranış kurallarına işaret eder.

Her grubun kendine has ama üyelerinden bağımsız oluşturulmuş bir ahlakı vardır.
Ahlaki yargılar öncelikle toplumdan öğrenilir.
Ne var ki ahlakın beşerî olması, insan ürünü olması, toplumsallıktan ayrı düşünülemez. Hepimiz, adı nasıl konmuş olursa olsun, uyulması gereken kurallar bütünü olarak ahlakı, doğmakla katıldığımız toplumda hazır buluruz. Hatta dahil olduğumuz toplumsal gruplar değiştikçe, yeni ahlaklarla tanışırız. Ailenin ahlakından kopan çocuk, sokağın ahlakıyla ve öğrencilerin ahlakıyla tanışır. Sonra dahil olduğu meslek grubunun, kendine ait bir ahlakı vardır. Suç işleyip de hapishaneye düşerse, mahkûmların ahlakını tanıma imkânı bulur.
Ahlakla ilk olarak çocuklukta tanışılır. Uzunca bir süre, neyin doğru neyin yanlış olduğu öğrenilir. Bazı değer yargılarını reddetmiş bile olsa çocuk, değerlendirme sistemini öğrenmiştir. Bu gerçek, ahlakın toplumsal, topluma bağlı olduğunu, ahlak kurallarının toplum tarafından belirlendiğini söylemek için oldukça güçlü bir nedendir.
Ama öğretilen değer yargılarını reddetme imkânı daima vardır. Çoğumuz, toplumun ahlaki yargılarından zaman zaman şikayet etmişizdir. Belli bir olgunluk seviyesine eriştikten sonra, toplumdan öğrendiğimiz ahlaki yargıları kendi içimizde sorgular, değerlendirir ve değerlendirmemize göre farklı bir ahlaki yargıya tutunabiliriz. Herkesin yaşadığı bu deneyim ise ahlakın bireyin kendi koyduğu kurallar olduğunu düşündürür.
Ne var ki hiçbir zaman ahlaki yargılarımızı bizzat kendimizin mi oluşturduğu yoksa toplumun küçüklükten bilinçaltımıza kazıdığı inançlar mı olduğu konusunda kesin bir karar veremeyiz. Üstelik ahlakın bireysel olduğunu savunurken, pek çok ahlaki konuda pek çok kişiyle anlaşabilmek tuhaftır. Dolayısıyla pek çok konuda toplumsal mutabakatın sağlanmış olması, bireysellik ile toplumsallık arasında karar vermeyi güçleştirir.
Bu konuda kesin bir karar veremesek bile en azından şunu söyleyebiliriz: ahlaki yargılar öncelikle toplumdan öğrenilir. Bu durumda ahlak dışarıdadır. Ama bir eylemin ahlaki bir eylem olması, iyiye yönelmeye ve isteyerek yapmaya bağlı ise kişinin derin bir düşünme yapmaksızın kabullendiği ve yöneldiği hedefin iyiliği konusunda hiç düşünmediği bir eylem standardı, zaten ahlaki değildir. Öyleyse bir ilke veya kuralın kendisi için ahlaki bir ilke veya kural olduğunu söyleyen kişi, bu ilke ve kuralları başkalarından öğrenmiş bile olsa, bu kuralların koyucusu hâline gelmiştir. Bir ilke veya kurala ahlakilik niteliği yükleyen kişi, aynı zamanda o ilke veya kuralı koyan kişi olmuştur.
Kurallar söz konusu olduğunda, özellikle de hukuktan bahsederken önemli bir nokta, kurallara uymamanın sonuçlarıdır. Diğer kurallar açısından ilgili kısımlarda ele almak üzere, şimdilik sadece ahlak kurallarına uyulmamasına değinelim. Bir ahlak kuralına uyulmamasının iki tür sonucu olabilir. Birincisi, ahlak kişinin kendi kendisine sınır koyması demek olduğundan, kendi içinde yaşadığı çelişkinin sonucu olarak duyulan ve genellikle vicdan azabı olarak isimlendirilen huzursuzluktur. İkinci tür sonuç, toplumun genel ahlaki yargılarına aykırı hareket edilmesi durumunda diğer kişilerle ilgili olarak ortaya çıkar. Kişi başkaları tarafından ayıplanabilir, kınanabilir, hatta dışlanabilir.

 

KAYNAK: www.puuny.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder